EVE DÖNMEK

EVE DÖNMEK

Sokakta çocuk… Tek başına… Yürüyor… Yürüyor… Evleri tam karşıda… Ama ona bir türlü ulaşamıyor.

Ablası dış kapıya yaslanmış. Yolu gözetliyor. Bayramlık pembe elbisesi sırtında. Çocuğun bulunduğu tarafa bakıyor. Elini siper etmiş alnına. Ama onu göremiyor.

Hızlandırıyor adımlarını çocuk. Koşmak istiyor. Asfalt geriye kayıyor ayağının altından. Her küçük adımı onu ablasına, evine yaklaştıracağına, uzaklaştırıyor.

Sağında kaldırıma park etmiş arabalar. Solunda cumbalı, ahşap evler. Komşu teyzenin saksı dolu pervazı… Bir tuhaf; içi boşalmış, hafıza kaybına uğramış gibi her şey… Neye yaradığını, kime ait olduğunu, neyi beklediğini hatırlayan yok.

Bir çocuk var, ne istediğini bilen: Koşarak ablasının boynuna sarılmak istiyor. Onunla el ele evlerine girmek, annesinin kucağına uzanmak, saçlarını okşatmak, bir daha da hiç dışarı çıkmamak istiyor.

Sabırsızlandıkça evden daha da uzaklaşıyor. Evden uzaklaştıkça yaşamdan uzaklaşıyor.

Evlerinin bacasından ince ince duman tütüyor. Sobalarının kıyısı, çocuğun burnunda tütüyor. Ayakları buz kesiyor derken. Asfalt bataklık gibi şimdi, çocuğun ağırlaşan ayaklarını dibe doğru çekiyor.

Bağırmak istiyor çocuk. Çığlık atmak… Hıçkıra hıçkıra ağlamak… İşte tam o anda… O ağzını açtığı sırada gök gürültüsüne benzer, kulakları sağır eden bir ses duyuluyor. Bulutlar yeryüzüne iniyor. Evleri, annesi, ablası o kirli bulutların içinde kalıyor. Bulutlar gerisingeri gökyüzüne doğru yükseliyor.

Babası gibi onlar da artık görünmez oluyor.

Çocuk yapayalnız kalıyor. Hiçliğe terk ediliyor.

***

Her gece aynı kabusu görüyor, çocuk. Bazen titreyerek, bazen de kan ter içinde uyanıyor.

Sonra sabaha kadar gözünü kırpmadan, ölü gibi yatıyor. En iyi yaptığı şey bu artık. Becerebildiği tek şey… Birileri çekiştirerek yataktan kaldırıncaya kadar kaskatı, ölü gibi yatmak…

Kahvaltıda bir şeyler yemeye zorluyor kendini. Çiğniyor… Çiğniyor… Tıpkı bir türlü evine ulaşamadığı gibi lokmaları da yutamıyor.

Başka öksüz, yetim kalmış çocuklarla birlikte okula gönderiyorlar onu da. Başlar öne eğik, bakışlar ürkek… Kanadı kırık kuşlar gibi her biri.

Dünyada hiç kimse tarafından istenmediklerini seziyorlar. Sevgisizlik bazen yağmur gibi usul usul, bazen dolu gibi yumruk yumruk iniyor konteynırdan dersliklerinin çatısına.

Onlar da hiç kimseyi istemiyorlar artık. Kimseye inanmıyorlar. Bir gelecek hayal etmiyorlar. Psikologlar sevdiklerinin asla geri dönmeyeceğini nazikçe açıkladığından beri başka bir şey öğrenmek istemiyorlar.

Öğretmenler bol bol resim yaptırıyor onlara. Dünyayla ilişki kurabilsinler diye. İçlerini kapkara eden çizgiler, dışarı çıkabilsin diye. Zaman bazen kurşun gibi ağırlaşıyor kampta; biraz daha hızlı akabilsin diye…

O hep aynı resmi yapıyor: Sokakta bir çocuk. Tek başına. Yürüyor… Evleri tam karşıda. Ablası dış kapıya yaslanmış. Yolu gözetliyor. Bayramlık pembe elbisesi sırtında. Sağında kaldırıma park etmiş arabalar. Solunda cumbalı, ahşap evler. Komşu teyzenin saksı dolu pervazı… Evlerinin bacasından ince ince beyaz duman yükseliyor.

***

Bir gün yeni öğretmen neden sürekli aynı resmi çizdiğini soruyor.

“Sürekli aynı kabusu gördüğüm için.” diye yanıtlıyor çocuk.

“Sence neden aynı rüyayı görüyorsun peki?” diye üsteliyor öğretmen.

“Bir türlü eve dönemediğim için.”

İşte o an olağanüstü bir şey oluyor. Öğretmen sarılıyor çocuğa. Sımsıkı sarılıp onu göğsüne bastırıyor. Hiç konuşmadan, bastırıyor… Bastırıyor…

Çocuk ablasıyla kucaklaşıyor onun kollarındayken. Annesi şefkatle başını okşuyor. Babası bağrına basıyor…

Öğretmen bırakmıyor çocuğu, daha sıkı sarılıyor. Çocuk daha da sıkı karşılık veriyor ona… Hıçkırıyor ikisi de. Çocuğun yanakları ılık ılık oluyor.

Asfalt ileri akmaya başlıyor çocuğun altından.

Çocuk öğretmenin kucağında evine yaklaşıyor. Yaklaşıyor… Nihayet dış kapıya ulaşıyor. Merdivenleri çıkıp odaya giriyor. Sobanın dibine kıvrılıyor. Çıtır çıtır yanıyor soba. Çocuk iliklerine kadar ısınıyor. Çok geçmeden deliksiz bir uykuya dalıyor.

Öğretmen çocuğun yanağına bir öpücük konduruyor. Çocuğun büzüşmüş, minicik kalmış yüreği o öpücükle tomurcuk gibi açılmaya başlıyor.

***

Ertesi sabah çocuk koşarak öğretmenin yanına geliyor. İlk kez onun gözlerini ışıldarken görüyor öğretmen. Çocuk elindeki kağıdı ters çevirip, çizdiği resmi gösteriyor:

Sokak boş… Sağda kaldırıma park etmiş arabalar. Solda cumbalı, ahşap evler. Komşu teyzenin saksı dolu pervazı… Evleri tam karşıda. Bacasından ince ince beyaz duman yükseliyor. Dış kapının önünde bir yetişkin dikiliyor. Saçı giysisi aynı öğretmen. Yanında çocuk… Çocuğun yüzünde kocaman bir gülücük çizgisi. Evin kapısı ardına kadar açık. Çocuk, öğretmenin elini tutmuş. Bir adımı eşiği aşmış, içeri giriyor.

Çocuk… Eve dönüyor.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

DEMİR ATLI

Bağbozumu zamanı, oluklarından üzüm suyu akan daracık sokaklardan birinde, aniden çıkıverir karşınıza. Ne gölgesi, ne de motorunun sesi hızına yetişebilmiştir. Olağanüstü bir devinimle, sessizce çağlayarak dönmüştür köşeyi. Setinden henüz kurtulmuş, coşkun bir nehir gibi. Ve siz daha ne ile karşı karşıya olduğunuzu kavrayamadan mızrak gibi…

AHMED

Poyrazın iliklere kadar işlediği bir Aralık günü. Asfalt bozuk. Trafik sıkışık. Çöpler vıcık vıcık. Ahmed hızlı hareket ettiğinden soğuğu hissetmiyor. Zaten uzun süredir, hiçbir şey hissetmiyor. Çekçek arabasıyla, adım adım ilerleyen araçların arasından yıldırım gibi geçiyor. Plastik saplı, ince bir demir çubuk tutuyor sağ elinde: Bir rulo fırça kalıntısı. Çöpleri onunla karıştırıyor.

PRENSES

Mecburdu buna. Ayakkabısı, çorabı, elbisesi, tokası, çiçeği, elması hepsi tertemiz, ütülü, fırfırlı, tazecik, cıvıl cıvıl olmadı mı sokak kapısının eşiğine adımını atamazdı. Yıllarca annesi, teyzeleri, ablaları, nineleri, komşuların kızları, daha kimler itmiş, çekmiş, çimdiklemiş, saçından sürüklemiş,

BARIŞ

İki katlı, cumbalı, balkonlu, yüksek tavanlı; büyük camları, dev kapıları olan bir konakta yaşıyorlardı. Cıvıl cıvıl çocuk seslerinin, piyano, keman ezgilerinin, misafir kahkahalarının hiç dinmediği büyülü bir evde. Sabahları gün ışığı konağın camlarından içeri girebilmek için nasıl da iştahlanır, perde kenarlarından altın rengi şelaleler gibi odalara akar…

Tgumusay Yazar:

Tek Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir