LOKOMOTİF

LOKOMOTİF

Aslında Monica süpermarketin en deneyimli ve becerikli elemanlarından biriydi. Ama o sabah üst üste iki kez uyarı almıştı. İlkinde suç üstü yakalanmıştı: Şef Mario aniden koridorun başında belirip, onu yumuşatıcıların kapaklarını birer birer açıp koklarken gördüğü zaman. İkinci kontrolünde ise yarısı hala kolilerde duran ürünleri fark edince, Mario iri Latin gözlerini ardına kadar açmış, marketin açılış saatine kadar -yani on beş dakika içinde- tüm ürünleri rafa dizilmiş bulmazsa, gerekli işlemleri yapacağını söyleyip topuklarını sertçe zemine vura vura uzaklaşmıştı.

Angela, Mario’nun sözlerini işittiğinde, yan taraftaki çikolata reyonunda kendi işini bitirmek üzereydi. Hızlıca son bitter tablet çikolataları yerleştirip Monica’nın yanına vardığında, arkadaşını panik halinde buldu. Monica’nın on üç dakikada o kadar ürünü tek başına rafa dizebilmesi olanaksızdı. Yine de kanlanmış gözlerini Angela’dan kaçırarak, telaştan titreyen elleriyle iş görmeye çalışıyordu. Angela tek kelime etmeden dolu kolilerden birini önüne çekti. Seri hareketlerle yardıma başladı.

Market açılış anonsu yapılırken ellerindeki son deterjanları yerlerine koydular. Aynı anda Mario reyonun girişinde belirdi. Önce başını rafa yanaştırıp ürünlerin aynı hizada olup olmadığını kontrol etti. Sonra yerdeki kolilerin üzerine basarak tamamının boşalmış olduğundan emin oldu. Dudaklarını büzerek hayretini ifade eden bir jest yaptı. Arkasını dönerken Angela’ya kaçamak bir bakış atıp, çapkınca gülümsedi.

Bu flörtöz hareket Monica’nın gözünden kaçmadı. Omuz silkerek, Angela’ya teşekkür bile etmeden marketin arka kapısına doğru yürüdü. Forkliftlerle ürün taşımak için kullanılan ahşap paletler, her zamanki gibi dış duvarın dibine bloklar halinde dizilmişti. Aralarının iyi olduğu zamanlarda Angela paletlerin bu sıralı halini trene benzetirdi.

Monica, en öndeki paletin kıyısına oturdu. Yeleğinin cebinden sigara paketini çıkardı. İçinden bir tane çekip dudaklarının arasına sıkıştırdı. Pantolon ceplerini yokladı. Ayağa kalkıp iyice arandı. Çakmağını evde unutmuştu! Hayatındaki her şey ters gitmek zorunda mıydı? Öfkeden tepinmeye hazırlanırken Angela’nın sesini işitti:

“Ateşimi paylaşırsam, lokomotife oturmama izin verir misin?”

Monica omuz silkip karşıya bakmaya devam etti.

Angela, yaklaşıp Monica’nın sigarasını yaktı.

“Hem dumansız lokomotif olmaz değil mi?”

Monica birden molalarda iki neşeli kız çocuğu gibi trencilik oynayıp hayaller kurdukları günleri özledi. Annesinin hafızasının büsbütün kaybolmadığı, Angela’nın dostluğundan şüphe duymadığı günleri… Sanki aradan günler değil, yıllar geçmişti.

Lokomotife yan yana oturdular. Aynı anda sigaralarından dolu birer nefes çekip yukarı doğru üflediler. Angela dudaklarını büzüp tren gibi öttü. Monica ilk kez gülümsedi. Bu yarı kaçık kıza duyduğu sevginin yavaş yavaş öfkesini ele geçirdiğini hissediyordu. Yine de hızla toparlanıp, tekrar ciddileşti.

“Bana kızgın olduğunu biliyorum’ dedi, Angela. ‘Ama inan ki pos bıyıklı, babacan bir makinist kadar suçsuzum.”

“Hıh…’ diye omuz silkti Monica. ‘Haklısın bütün suç benim. Molalarda senin tren fantazilerine kapılıp, kalbimden geçenleri safça paylaştığım ve iştahının kabarmasına yol açtığım için.”

“Lütfen böyle konuşma, Monica’ diye karşılık verdi Angela. ‘Ben de aynısını, hatta daha fazlasını yaptım. Hiç kimseye söylemediğim sırlarımı, en derin duygularımı sana açtım. Hayatımın en keyifli yolculuklarını seninle yaptım.”

“Yaa… Ve sonra trenden indiğim ilk durakta sevdiğim adamı ayartıp yemekli vagona geçtin.”

Angela derin bir iç çekti.

“Bak sevgili Monica. Haklısın, belki o yemeğe hiç gitmemeliydim. Ama olayların nasıl geliştiğini sana defalarca anlatmaya çalıştım. Lütfen bir kez olsun sözümü tamamlamama izin ver.”

Monica sigara dumanını ağzından burnundan saldı. Sisler içinde uzaklara bakmaya devam etti.

“O gün öğleden sonra terfi ettiği açıklanınca Mario sevinçten deliye döndü. Yalnızca beni değil eski mesai arkadaşlarının hepsini; yani Helmut, Helen, Christopher ve Sophie’yi de kutlamaya davet etti.”

“Tesadüf bu ya, Helmut ve Helen çıkıyor. Christopher ile Sophie eski sevgililer. Ve ben de o gün izinliyim…”

“İnan ki programı duyar duymaz, Mario’ya bu kutlamayı senin de olduğun bir gün yapmayı teklif ettim. Helen ve Sophie de yanımızdaydı hatta. Bana inanmıyorsan onlara sorabilirsin.”

“Hayır. Onlara böyle bir şey sormakla anons mikrofonunu ele geçirip Mario’dan hoşlanan bir umutsuz vaka olduğumu marketteki herkese duyurmak aynı şey!”

“Hmm… Evet aslında haklı olabilirsin. Sonuç olarak Monica… Mario sevinçten deliye dönmüştü. Ve kutlamayı terfiyi aldığı akşam yapmakta ısrar etti. Sen olsan aynısını yapmaz mıydın?”

“Belki. Ama o gece Mario’nun en yakın arkadaşına asılmak aklımın ucundan geçmezdi.”

“Yemin ederim benim de geçmedi Monica. Mario’nun biraz alkol alınca flörtöz davranmaya başlaması benim suçum değildi ki.”

“Maalesef ikna olamıyorum, Angela. Sonuçta sen de alkol alıyordun. Ve kadın umut vermezse…”

“Oh lütfen Monica.” İşaret parmağının ucunu gösterdi. ‘Şu kadarcık umut verdiysem, üstümden hızlı tren geçsin!”

Monica yüzünü ekşitip omuz silkerek, başını diğer yöne çevirdi. Angela yerinden kalkıp Monica’nın tam karşısına geçti. Gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti.

“Lütfen kendini benim yerime koy. Ne yapsaydım? Tokat atıp işten mi ayrılsaydım? Adam benim şefim olmuş. Dansa davet etmiş; kalkmamışım. Elini omzuma atmış; sıyrılıp Helmut’la Christopher’ın arasına kaçmışım. Kulağıma bir şeyler söylemeye bahanesiyle yanağını yanağıma yanaştırmış…”

“Yeter!’ diye bağırdı Monica. “Ön sevişme ayrıntılarınızı dinlemeye niyetim yok!”

Angela eski yerine geçti. Bir süre sesizce oturdular. Tren rötar yapmıştı. Birer sigara daha yaktılar.

“İkimizin de işi bırakma lüksü olmadığını biliyorum.” diye fısıldadı, Monica. “Ama yine de sevdiğim adamın en iyi arkadaşımla oynaşmasını kabullenemiyorum.”

Ondan en iyi arkadaşı olduğunu tekrar işitmek, Angela’nın gözlerinin dolmasına neden oldu.

“Anlıyorum” diyerek önüne baktı, Angela. “Kaç gündür ben de aynı şeyi düşünüyorum.” Ciğerlerini dumanla doldurdu. “Aklıma gelen tek çözüm yolu şu: Eğer sen de kabul edersen, Mario’ya bir akşam iş çıkışı kendisi ile konuşmak istediğimi söyleyeyim. Bayıla bayıla kabul edecektir. Bu görüşmeyi senden habersiz yaptığımın altını çizdikten sonra, senin ondan hoşlandığını sezdiğimi, eğer o da düşünürse harika bir çift olacağınızdan şüphem olmadığını, her ikinizin de eski arkadaşı olarak böyle bir ilişkinin en çok beni mutlu edeceğini söyleyeyim… Böylece hem benimle ilişkisini tamamen kesmiş olurum, hem de seninle…”

“Hayır… Asla!” diye sözünü kesti Monica. “Hala trencilik oynuyor olabiliriz ama böyle ilkokul öğrencileri gibi arkadaşla haber göndererek çıkma teklifleri yapmak için filan epeyce büyüdük sanırım.”

Tren hafif hafif hareket etmeye başlamıştı. Karşıdaki caddenin trafik lambalarına değil de ucu bucağı gözükmeyen bir çam ormanının ağaçlarına bakar gibi, yeşil ışığa dalıp gittiler. Başlarının üstünde dumanlar tütmeye devam ediyordu.

Angela bir kez daha tren gibi öterek sessizliği bozdu.

“Peki bugün neden o kadar ağır davrandın ürünleri dizerken?”

“Yumuşatıcıları kokluyordum.” diye yanıtladı Monica. “Annemin çocukluğumda kullandığı kokuyu bulabilmek için.”

Angela, bakışlarını aşağı indirdi.

“Çok özel değilse…” dedi, onu incitmekten korkarak. “Nedenini öğrenebilir miyim?”

“Yoo hiç özel değil” derken omuzlarını kaldırdı, Monica. “Son muayenesinde doktor: ‘Gençliğinde onun için önem taşıyan şeyleri, özellikle de kokuları anımsatmaya çalışın. Hafızasını geri kazanmasında faydalı olur.’ demişti. Bu sabah temizlik reyonunda görevlendirilince, çocukken çamaşırlarımızın mis gibi çiçek koktuğu aklıma geliverdi.”

“Bulabildin mi peki hangi koku olduğunu?”

“Evet epeyce deneme yanılmanın ardından sonunda bulabildim” derken gülümsedi Monica. “Alp Çiçekleri… Babam hayattayken iyi markalar kullanabiliyorduk. Sonra yıllarca ucuz market ürünleri ile idare ettik. O kokuyu duyunca gözümde mutlu çocukluk günlerim canlanıverdi. Belki annemde de aynı etkiyi…”

Angela: “Düüüüüüt” diye uzun uzun öttü. “Tren o günlere kalkıyor o zaman. Alp Dağlarının çiçekli yamaçlarından geçerek tabi…”

Gözlerini kapadılar.

Monica mis kokulu serin pikesinin altında babasının okuduğu Grimm masallarını dinledi. Yeni yıkanmış Mickey’li pijamalarının içinde uslu uslu uyumaya çalışırken, ertesi sabah Noel Baba’nın getireceği hediyeleri tahmin etmeye çalıştı. Annesinin kucağında çizgi film izlerken onun şeker pembesi yumuşak boğazlı kazağına burnunu gömdü. Okul dönüşü mis gibi temizlik ve kek kokan evlerinin koridorunda odasına doğru koştu. Bahçeye asılı çamaşırlar arasında komşu çocukları ile saklambaç oynadı…

Derken tiz bir düdük sesi duyuldu. Monica önce onu bir trenin çıkardığını sandı. Göz kapaklarını ağır ağır aralayınca karşısında Angela’nın sıcacık gülümseyişini buldu. Başını biraz çevirince oturduğu yerde zıpladı. Angela’nın yanında Mario dikiliyordu! Mario elindeki Alp Çiçekleri kokulu yumuşatıcı şişesini gülümseyerek Monica’ya uzattı.

Monica şişeyi mahcubiyet içinde alıp yanına koydu. Kenara kayarak, lokomotifte Angela ve Mario’ya yer açtı. Angela eski yerine, Mario ortalarına oturdu. Birer sigara yaktılar. Gözlerini kapadılar. Mola bitinceye dek dumanlar arasında hayallere daldılar.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

KIPKIRMIZI

Havalimanına varmış olmalı, diye düşündü. Belki güvenlik cihazından geçiyordur şu an. Belki de bavulunu teslim etmek üzere. Tek elinde pasaport, kuyrukta beklerken canlandı gözünün önünde. Diğer elindeki cep telefonunun ekranına bakarken… Yüzü her geçen dakika biraz daha solarken… “Eğer…” demişti, son kucaklaşmalarının ardından. “Kararını değiştirirsen… Bu uçak kalkmadan bir saniye önce dahi olsa… Bir kere çaldır, yeter.”

MAVİ KUŞ

Kuş cıvıltısıyla uyandı. Su şırıltısıyla. Bir kavak dalı uzandı penceresine doğru. Yaprakları nazlı nazlı hışırdadı. Ağustos böceği öttü zeytinliklerin o yandan. Bir kurbağa atladı dereye. Yavru olsa gerek, az su sıçrattı…Tek gözünü araladı. Bir bulut belirdi köpük köpük. Sonra öteki göz kapağını. Mavi bir su kuşu kondu kavak dalına. Her sabah aynı kuş. Fatması gittiğinden bu yana, her sabah aynı sabah…

FERRARİ

Sıcak bir Ağustos günü, kuğulu çay bahçesinde, havuzbaşına oturmuş, çay eşliğinde peynir ekmeklerini yiyorlardı. Turist, evden çıkarken bir poşete dokuz tane zeytin koymuştu. Poşeti çıkarıp ağzını açtı, masanın ortasına bıraktı. Pilot, Turist’in sırtını sıvazladı. İkisi iştahla zeytinlerini yerken, Kopi’nin gözü ekmeğini sardığı gazete kağıdındaki bir habere takılmıştı.

KEDİ MEMO

Küçükken tıka basa antika eşyalarla dolu dükkanlarında, babası misafirleriyle çay içip laflarken o kendine kuytu bir köşe bulur, büyük bir tablonun arkasına on sekizinci yüzyıldan kalma bir çalışma masasının altına ya da şanslıysa eski bir Osmanlı

Tgumusay Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir