DENİZ KIZI

DENİZ KIZI

“İsmail kardeş, Deniz Kızı’nı görmeye gidelim mi?”

İsmail, Nuri’nin vurduğu topu ayak içiyle karşılarken, kıkırdadı. Sahile panayır kurulduğundan beri, Nuri bu saatlerde bakkalın önündeki kaldırıma oturup İsmail’in okuldan dönmesini bekliyor; o sokağın başında belirir belirmez topu asfalta dikip şutunu çektikten sonra bağırarak aynı soruyu soruyordu.

“Olmaz Nuri, ödev var.” diyerek ellerini iki yana açtı İsmail. Bir yandan da topu sürüyordu.

“Hıı ödev mi var?” Nuri’nin gözleri kocaman açıldı. Ödevden çok korkardı. “Ödevleri yapmak lazım. Sonra okulda döverler.”

Cümlesini bitirir bitirmez kendine bir tokat attı. Mahallenin büyükleri Nuri’nin bu tikini, her akşam içip içip yarım akıllı oğluyla onu doğuran karısını cezalandıran babasına borçlu olduğunu söylerlerdi.

“Evet ödev var. Hem zaten para da yok.”

İsmail, bunu söylerken ellerini ceplerine sokup astarlarını dışarı çıkardı.

Nuri: “Bende var!” diye atıldı. Pantolon cebinden bir avuç dolusu bozuk para çıkarıp, İsmail’e gösterdi.

“Ooo iyi iş çıkarmışsın bugün. Kimden topladın bahşişleri?”

“Süslü Naciye Teyze, Komser Necat Amca, bi de Kılıbık Ayhan Bey. Hihihi…”

“Şşşt. Öyle deme ayıp. Adam sana bahşiş veriyor, sen onunla dalga geçiyorsun.”

Nuri’nin göz akları yine büyüdü. Kendine okkalı bir tokat attı. “Ayıp şey söylememek lazım. Sonra insanı döverler.”

İsmail sekiz yaşındaydı. Nuri ondan on yaş büyük. İki kafadarın sohbetini Bakkal Arif’in gür sesi kesti.

“Nuriii… Hemen kap şu toz şekerle yumurtaları, Şaziye Hanım’a götür. Pasta yapıyormuş, misafiri gelecekmiş. Acele bekliyor.”

“Geldim Arif Abi.” diye bağırdı Nuri. Hareketlenmeden önce bir kez daha İsmail’e döndü. Üst dişleri alt dudağının üstünde, gözlerini kısıp en sevimli halini takınarak sordu:

“İsmail Kardeş, sen ödevlerini bitirince Deniz Kızı’nı görmeye gidelim mi?

“Elma şekeri de alacaksak olur.”

Nuri, “ayıpsın” deyip kaşla göz arasında İsmail’in yanaklarını şapır şupur öptükten sonra bakkalın kapısından içeri daldı. İsmail sırıtarak evin yolunu tutarken koluyla ıslanan yanaklarını kuruluyordu.

Bir saat sonra Nuri plastik topun üstüne oturmuş, dengesini sağlamaya çalışarak İsmail’i bekliyordu. Üstünde “v” yakalı bir tişört vardı. Deniz Kızı’nı ilk gördüğü günden bu yana ateşler içinde yanıyor, ne kazak ne de mont giyiyordu.

Çok geçmeden İsmail de sokağın başında göründü. Ellerini paltosunun ceplerinden çıkarmadan, başıyla “kalk gidelim” işareti yaptı. Nuri bir koşu Bakkal Arif’e haber verdi. Elinde topuyla İsmail’in yanında yürümeye koyuldu.

Mahalleden çıkıp sahil yolunda ilerlemeye başlayınca yanlarından son sürat arabalar geçmeye başladı. Nuri hemen İsmail’in elini tuttu. Yol boyunca İsmail Nuri’yle uğraşıp durdu.

“Nuri, seni sigara içerken görmüşler.”

Nuri’nin dudakları büzüştü, gözleri şaşılaştı.

“Hayır içmedim.”

“Nuri, sigara içmek çok ayıp.”

Nuri ağzını kocaman açıp eliyle kapattı.

“Hem de çok ayıp.”

“Üstelik zararlı.”

Nuri başını iki yana sallayarak onayladı.

“Hem de çok zararlı.”

“Ama en günahı ne biliyor musun Nuri?”

Nuri’nin alnı endişeden kırış kırış oldu.

“Sen biliyor musun?”

“Evet. Yalan söylemek.”

“Yalan söylememek lazım. Sonra insanı döverler.”

Kendine okkalı bir tokat attı.

“O zaman seni çok kötü dövecekler Nuri.”

“Hayır, kimse görmedi ki.”

“Neyi görmedi.”

“Sigara içtiğimi.”

“Nerde içtin ki kimse görmedi?”

“Kömürcü Naci Amca’nın deposunda.”

“Sana bir şey söyliyim mi Nuri?”

Konu değişiyor sandı, gözlerinde bir kıvılcım çaktı Nuri’nin.

“Söyle… Söyle… Güzel bir şey söyle.”

“Yalan söylemek, sigara içmekten daha kötü bir şey.”

Nur’nin bakışları aşağı indi. İsmail’e hak vererek önüne baktı.

“Ve sen demin bana yalan söyledin. Önce sigara içmiyorum, dedin. Sonra Kömürcü Naci Amca’nın deposunda içtiğini itiraf ettin.”

Suratına sert bir tokat yapıştırdı Nuri.

“Allah beni kahretsin. Sonra adamı çok kötü döverler böyle.”

Art arda tokatları saydırmaya devam etti.

“Tamam… Tamam… Vurma! Kimseye söylemem söz. Arkadaşımın dayak yemesini ister miyim hiç? Ama sen de dikkatli ol, Nuri. Başını belaya sokacak işlerden uzak dur.”

Nuri’nin kara gözleri mutlulukla ışıldadı. Üst dişleri dışarı fırladı. Bütün gövdesiyle gülümsedi.

“Biz çok iyi arkadaşız di mi İsmail?”

“Öyleyiz tabi.” diye yanıtladı, İsmail. “Unuttun mu, biz kan kardeşiyiz.”

“Evet” diye sırıttı, Nuri.

Yazın ayrık otuyla kanattıkları parmaklarını birbirlerininkinin üstüne bastırışlarını gururla hatırladı.

“Kan kardeşler birbirlerinin sırlarını kimseye söylemezler di mi?”

“Asla söylemezler.” diye yanıtladı, İsmail.

Nuri’nin üst dişler iyice öne çıktı. “Benim Deniz Kızı’na aşık olduğumu da kimseye söylemezsin, di mi İsmail?”

“Söyler miyim hiç Nuri?” diye içerledi, İsmail. “Bugüne kadar hiçbir sırrını söyledim mi?

Nuri, İsmail’in elini bütün gücüyle sıktı.

“Sen benim en iyi arkadaşımsın, biliyor musun İsmail?” diye sordu.

İsmail’in bundan şüphesi yoktu. O da Nuri’nin elini dostça sıkarak karşılık verdi.

***

Hafta içi gündüz saati olmasına rağmen panayır yeri kalabalıktı. Kayık salıncakların, dev silindirin içinde dönen motosikletin ve ip cambazının önünden koşar adım geçtiler. Mavi çadırın önünde denizci kostümü giymiş, saçı sakalı birbirine karışmış, tek gözü yuvarlak bir deri parçasıyla örtülü bir adam avaz avaz bağırıyordu:

“Hanımefendiler, beyefendiler, sevgili çocuklar! Biraz sonra kapılarını açacağım bu esrarengiz çadırın içinde doğanın bir harikası, bir var oluş mucizesi, yeryüzünde eşi benzeri olmayan bir yaratık bulunuyor: Okyanuslarda yaşarken, aşk acısıyla karaya vurmuş bir Deniz Kızı…”

Nuri, kendinden geçmiş, ağzı açık dinliyordu. İsmail dirsek atınca salyalarını içine çekti.

“Cüzi bir miktar giriş ücreti ödeyenler biraz sonra dünya üzerinde deniz kızı görme şansına erişmiş ayrıcalıklı azınlık arasında yer alacaklar.”

Nuri cebindeki paraları avuçlayıp Denizci’ye doğru uzattı. İsmail arkadaşının kolunu çekerek: “Daha değil, acele etme” diye fısıldadı. Kurt denizci, müşterinin iştahından hoşnut, duyurusuna devam etti:

“Şunu şimdiden söyleyeyim. İçerideki Deniz Kızı asla konuşmuyor. Dalgalar arasında aşkını yitirdikten sonra öylesine büyük acılar çekmiş ki, gülümsediğini de gören olmadı hiç. Ama okyanuslardan daha derin lacivert gözleriyle öyle bir bakıyor, öylesine derin bakıyor ki, adeta karşısındakinin aklını başından alıyor. Ve baylar bayanlar, çok kuvvetli bir inanışa göre, Deniz Kızı kimin gözlerinin içine uzun uzun bakarsa onun dileği gerçek oluyor.”

Nuri heyecandan İsmail’in omzuna yumruk attı. İsmail parmağını sallayarak onu tehdit etti. Nuri şirinlik yaparak özür diledi.

“Bu yüzden saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler ve sevgili çocuklar… Sizden ricam lütfen içeri girdikten sonra sessiz olunuz. Bir dilek tutunuz. Ve gözlerinizi Deniz Kızı’ndan ayırmadan, onun da size bakması için dua ediniz. Hepinize bol şans dilerim. Evet lütfen şurada tek sıra olalım, biletler için bozuk paralarımızı hazırlayalım.”

Nuri koşup en öne geçti. İsmail onu takip etti. Arkalarındaki sıra uzarken iki kafadar topu birbirlerine atıp tutarak vakit geçirmeye koyuldular. Nuri bir türlü dikkatini toplayamıyor, ikide bir topu yere düşürüyordu.

Kuyrukta toplam on iki kişi birikince, Denizci son kez sesini yükselterek etrafı kolaçan etti. Ufukta başka müşteri adayı bulunmadığından emin olunca çalımlı adımlarla çadırın kapısına doğru yürüdü.

Nuri’nin yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Denizci’nin kapıdaki düğümü çözüp brandayı açması ile Nuri girişe doğru atıldı. Denizci: “Hiç acele etme delikanlı! Deniz Kızı’nın kaçacak ayakları yok sonuçta. Hepiniz onu göreceksiniz.” diyerek herkesi güldürünce, Nuri kulaklarına kadar kızardı.

İsmail’le el ele çadıra girdiler. İçerisi havasızdı. Ağır bir rutubet ve balık kokusu nefes almayı güçleştiriyordu. En ön sıradaki sandalyelere oturdular. Nuri topu sandalyenin altına sıkıştırdı. Perdenin açılması için diğer seyircilerin de yerleşmesini beklemeye koyuldular.

Nuri elektriğe tutulmuş gibi bacaklarını titretiyor, İsmail arada arkadaşının dizine şaplak atarak onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Büyük çoğunluğu erkeklerden oluşan diğer seyirciler de yerlerini alınca Denizci, Nuri ile İsmail’in bulunduğu ön sıraya kadar kararlı adımlarla yürüdü. Perdeyi tutup, gizemli bir bakışla tüm sandalyeleri süzerek bir süre bekledi. Ve ani bir hareketle, tek hamlede perdeyi açıp, seyircileri Deniz Kızı ile baş başa bıraktı.

Sahnenin ortasında içi bulanık su dolu bir havuz vardı. Deniz Kızı havuzun kıyısına uzanmıştı. Balık yarısı suyun içinde, insan yarısı dışarıdaydı. Kuyruğunu oynattıkça gümüş rengi iri pulları suyun altında parlayıp sönüyor, simsiyah saçları omuzlarını ve göğüslerini örterek kar beyazı göbeğine kadar iniyordu.

Başı öne eğikti. Ne suya, ne de karaya aitti. Aşk onu büyülü denizlere sürüklemiş, sonra da acımasızca karaya fırlatmıştı. Şimdi ne bir kez daha açık denizlere ulaşabilecek gücü, ne de karada yaşamaya elverişli bir bedeni vardı. Hüznün, çaresizliğin heykeli olarak, para karşılığı izlenebilen bir ucube, yalnız erkeklerin hayal gücünü harekete geçiren savunmasız bir beden, doğurgan kadınların hallerine şükretmelerini sağlayan bir ibret tablosu olarak yaşamaya sürgün edilmişti.

Kendisine benzemeyenlere ya tapan, ya da onları yok etmeye çalışan insan türünün dengesizliklerine alışmaya çalışıyor ama hassas yapısı buna el vermiyordu.

Derken beklenen an geldi: Deniz Kızı ağır ağır başını kaldırmaya başladı. Bakışlarını önce yukarı, çadırın tavanına dikti. Sonra gaipten emir almış gibi çenesi ağır ağır aşağı indi ve gözleri arka sıralarda oturan genç bir adamın gözlerine kilitlendi. Dakikalarca hiç kıpırdamadan bakıştılar.

Nuri ile İsmail büyülenmiş gibi Deniz Kızı’nın lacivert gözlerine dalmışlardı. Bu defa kendilerine de baksın diye dudaklarını oynatarak bildikleri duaları sırayla okuyorlardı.

Derken Deniz Kızı keskin bir hareketle başını sağa çevirdi. Ve en köşede göbekli arkadaşı ile oturan bıyıklı adama bakmaya başladı. Göbekli dürtünce, Bıyıklı sırıtır gibi oldu ama bakışları bir kez Deniz Kızı’nın gözlerine saplanınca bir daha başka şeyle meşgul olamadı.

İsmail saatini kontrol etti. Nuri’nin kulağına umutsuzca: “Bugün de bize bakmayacak böyle giderse.” diye fısıldadı.

Nuri gözlerini kocaman açıp parmağını dudaklarının üstüne götürerek: “Şşşt” dedi. “Öyle deme sakın, küser.”

Deniz Kızı bu kez bakışlarını soluk benizli bir kız çocuğunu kucağına oturtmuş, baş örtülü kadına çevirdi. Çok geçmeden baş örtülü kadının gözünden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Kadın iki elini açmış dualar ediyor, dileği gerçekleşsin diye arada hasta kızının yüzüne üflüyordu. Nuri ile İsmail bu esnada Deniz Kızı’nın gözlerinin de buğulandığını fark ettiler.

Ve sonra hiç beklemediği bir anda, günlerdir Nuri’nin rüyalarına giren mucize gerçekleşti. Deniz Kızı bakışlarını en ön sıradaki sandalyelerin hizasına indirdi. Ve kısa süren bir taramanın ardından Nuri’nin gözlerine kilitlendi.

Nuri, üst dişleri dışarı öne fırlamış öylece kalakalırken, Deniz Kızı’nın okyanus rengi gözleri onu hiç tanımadığı büyülü bir aleme doğru hızla çekmeye başladı.

Hayatı boyunca hiç kimse ona öyle derin, hayranlıkla, varlığına saygı duyarak bakmamıştı. Anneciğinin bakışlarındaki merhametten de, İsmail’inkilerdeki samimiyetten de farklıydı Deniz Kızı’nın göz küresindekiler. İç çeker gibi, içine çeker gibi bakıyordu. Rüya görür gibi, rüyasına davet eder gibi bakıyordu. Birlikte acı çekmekte çekinecek bir şey yokmuş gibi bakıyordu.

Denizci tekrar ortaya çıkıp, mavi perdeyi örtünceye kadar Nuri ile Deniz Kızı bakışmaya, birbirlerine sevgi göndermeye devam ettiler.

Çadırdan çıkana dek Nuri tek kelime etmedi. Bir ara kolunun tersiyle gözlerini kuruladı. Tam dışarı çıkmış, temiz havayı doyasıya ciğerlerine çekiyorlardı ki, İsmail’in aklına içeride unuttukları top geldi. Denizci’den izin isteyip, sandalyenin altındaki toplarını aldılar. Elma şekerciye doğru yürümeye başladılar.

Nuri kalan bozuk paralarını elma şekercinin tepsisine boşalttı. Elma şekerci ince beyaz bıyığını oynatarak paraları parmağının ucuyla teker teker saydı. Neyse ki, Nuri’nin bakiyesi iki şeker almalarına yetti.

İsmail “Hadi gidelim, elma şekerlerimizi yolda yeriz.” dedi.

Nuri: “Olmaz.” diye itiraz ederken başıyla önce sağ elindeki topu, sonra sol elindeki şekeri işaret etti. “Anneme hızlı arabaların yanından yürürken el ele tutuşacağımıza söz verdim.”

İsmail omuz silkip, elma şekerlerini bitirinceye kadar panayırda oyalanmaya razı oldu. Kayık salıncakta sallananları, sigaraya halka atanları, tüfekle atış yapanları seyrederek baştan sona iştahla yaladıkları kırmızı şekerlerini ve nihayet koçanına kadar kemirdikleri elmalarını bitirdiler.

Hava kararmak üzereydi. El ele tutuştular. Sahil yolunun kaldırımından mahalleye doğru yürümeye başladılar. İsmail’in aklı hala Nuri ile Deniz Kızı’nın bakışmasındaydı.

“Biz çok iyi arkadaşız, di mi Nuri?”

Nuri dalıp gitmişti. İsmail dürtüp sorusunu tekrarlayınca kendine geldi.

“Öyleyiz tabi.”

“Unuttun mu, biz kan kardeşiyiz.” diye üsteledi, İsmail.

Nuri: “Evet” diye sırıttı. “Kan kardeşler birbirlerinin sırlarını kimseye söylemez.”

“Evet, asla söylemez.” diye onayladı, İsmail. “Senin Deniz Kızı’na aşık olduğunu kimseye söylemeyeceğim, merak etme.”

Nuri böyle dostluk ilanlarından çok hoşlanıyordu. İsmail aniden durdu. “Ama sen de benim soruma cevap vereceksin.”

Yanlarından vızır vızır arabalar geçiyordu.

“Tamam söz.” dedi Nuri. Meraktan kirpikleri kırpışıyordu.

“Deniz Kızı sana bakarken bir dilek tuttun, değil mi?”

Nuri’nin gözünün önüne Deniz Kızı ile bakışlarının birbirinde eridiği sahne geldi. Üst dişleri dışarı fırladı. Kendi kendine gülümsemeye başladı. Nuri koltuğunun altını dürtünce topu düşürdü. Birkaç kez beton kaldırımda seken topu sonunda yakalamayı başardı.

“Evet, tuttum.” dedi nefes nefese.

İsmail: “Ne tuttun? Çok merak ettim.”

Nuri sırıtarak yürümeye devam etti. “Deniz Kızı’nın…” dedi. “Sevdiğine kavuşmasını diledim.”

“Yani?” diye sordu İsmail. “Sana kavuşmasını mı diledin?”

“Yoo” derken ciddileşti Nuri. “Aşk acısı çekiyor ya… Sevdiği kim ise, onunla bir an önce buluşsunlar. Daha fazla acı çekmesin, dedim.”

İsmail başka soru soramadı. Mahalleye kadar tek kelime etmeden, el ele yürüdüler.

Bakkal Arif dükkanın ışıklarını yakmıştı. İsmail, topu Nuri’nin elinden kaptı. Kaçırarak arkasına sakladı.

“Oğlum gerçekten kendin için hiçbir şey dilemedin mi? Bak… Yalan söylüyorsan…”

Son cümlesi esnasında işaret parmağını tehditkar biçimde salladı.

“Hayır… Hayır…” dedi Nuri başını telaşla iki yana sallayarak. “Yalan söylememek lazım. Yoksa adamı çok kötü döverler.”

Sözünü bitirir bitirmez kendine sert bir tokat attı.

İsmail kıkırdayarak topu kaldırıma doğru fırlattı. İkisi birden topun peşinden koşmaya başladılar.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

HASRET OTU

Sağanak yağmurun altında saatlerdir yürüyordu. Asfalt çoktan bitmiş, keçi yolu silikleşip arazide erimiş, düzlük bayıra, toprak çamura yüz tutmuştu. O ise kaşları çatık, ağzı kalın bir çizgi, karşıki dağa doğru hiç istifini bozmadan, yürüyor, yürüyordu. Lastik değil kurşun geçirmişti sanki ayaklarına. Yola çıktığından bu yana, senelerdir aksayan sağ ayağı bile yere sağlam basıyordu.

MİDYECİ

Bir martı geçti başının üstünden. O midye açtı. Ay çekirdeği kabuklarının arasına iki telaşlı serçe kondu. O midye açtı. Bir karabatak şıp diye suya daldı. O midye açmaya devam etti. Tek gözü kör tekir, sarı lastik çizmelerine sürtündü. Hiç oralı olmadı. Bir midye daha açtı. Hava serinledi biraz. Önündeki midye dağı yarı yarıya eridi. O sabırla açtı… Açtı…

SARI MELAHAT

Sirkeci Garı’nın önünden geçerlerken Bedri duraksıyor. Yavaşlamasının nedeni, garın kapısına yaslanmış hüngür hüngür ağlayan genç köylü kadın… Arkadaşlarına ufak bir işi olduğunu, beş dakika sonra Sarayburnu’ndaki çay bahçesinde onlara katılacağını söylüyor. Daha önce de İstanbul’a ayak basar basmaz paniğe kapılan pek çok taşralıya el uzatmışlığı var, gar çevresinde.

ZAMANE PİNOKYOSU

Konuşurdu tahtayla. “Ağacın canı vardır” derdi, babası. “Damarları, kıvrımları, rengi, nemi, kokusu, sertliği ile o da konuşur seninle. Dinlemeyi bilirsen yol gösterir. Yardımcı olur. Ancak o zaman gerçek bir Pinokyo yapabilirsin. Diğer türlüsünü fabrikalar yapıyor zaten, senden çok daha hızlı ve ucuza.”

Tgumusay Yazar:

2 Yorum

  1. Serdar Mehmet ERKARTAL
    15 Aralık 2017
    Yanıtla

    Harika…Kaleminize sağlık,ömrünüze bereket…

  2. A
    17 Aralık 2017
    Yanıtla

    Eline sağlık, yine yüreğimizi doyurdun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir