FERRARİ

FERRARİ

Onlara ilk kez “Ferrari” diye seslenen, çınaraltındaki durakta çayını yudumlayan bir taksici olmuştu. Ayrılmaz üçlüye takılan bu lakap hızlıca benimsendi ve mahalleli tek tek isimleri ile çağırmaktansa onlara topluca “Ferrari” demeyi daha kolay ve eğlenceli buldu.

Tekerlekli sandalyeli Pilot, Ferrari’nin direksiyonuydu. Nereye gidileceğine o karar verirdi. Hangi hızda ilerleneceğine de. Kopi (İngilizce pilot yardımcısı anlamına gelen co-pilot’tan türetme olduğunu çok az kişi bilirdi) her zaman Pilot’un yanında yürür, durmadan konuşurdu. Pilot, mahalledeki dedikodulardan son çıkan oyunlara, spor haberlerinden öğretmenler odasında konuşulanlara, kızların oğlanlar hakkında ne düşündüklerinden, hangi arabanın ne kadar hız yaptığına dek hemen her konuda fikri, söyleyecek bir ton şeyi olan Kopi’yi dikkatle dinler, uydurma ya da abartılı olanları geçiştirir, önemli bilgi ve haberler hakkında art arda sorular sorar, aldığı kararlarla Ferrari’nin yönünü belirlerdi.

Arka koltukta ise ön taraftaki konuşma ve kararlara pek bulaşmadan Pilot’la Kopi’yi takip eden Turist bulunurdu. Düşünmeyi, çalışmayı pek sevmeyen dost canlısı bir çocuktu. Bir salyangozu, çürümüş bir armutu, çimento karıştırıcısını saatlerce ağzı açık seyredebilirdi. Oyuna ya da yardıma çağırıldığında ise o saf ve ağır hali gider, şaşırtıcı bir hızla çevik ve eğlenceli birine dönüşürdü.

Birbirlerine öylesine sıkı sıkıya bağlıydılar, öyle güzel tamamlıyorlardı ki, tek başlarına kaldıkları zaman kendilerini birer yedek parça gibi hissediyor ancak bir araya gelip Ferrari’yi oluşturduklarında bir anlama kavuşuyorlardı.

O yaz keyiflerine diyecek yoktu. Mahallenin yollarına parke taşı döşenince Pilot’un arabasının, dolayısıyla Ferrari’nin hızı artmıştı. Kopi’nin, yaşının artık yeterince büyüdüğünü öne sürerek bütün günü dışarıda geçirebilme hakkına sahip olması gerektiğini savunduğu görüşmeler, babasının pes etmesi ile neticelenmiş; Kopi’nin durumunu örnek gösteren Pilot ve Turist de çok geçmeden özgürlük alanlarını genişletmeyi başarmışlardı. Artık sabahları evlerinden çıkarken yanlarına ekmek arası peynir, bazen de domates alıyor, kumanyalarını Pilot’un tekerleklerinin altına yerleştiriyor, bütün gün diledikleri gibi takılıyor, öğlen eve dönmek yerine kısa bir mola vererek yarım ekmeklerini kemiriyorlardı.

Okul bahçesindeki basket maçlarında karşılarına çıkanı deviriyorlardı. Turist’in ribauntları, Kopi’nin asistleri ve Pilot’un isabetli şutları birbirini öylesine tamamlıyor, her biri gözü kapalı diğerlerinin nerede duracağını, topu ne zaman ne tarafa atacağını öyle iyi biliyor, bireysel zaaflar takım arkadaşları tarafından öyle iyi kapatılıyordu ki, rakipler bir süre direnmeye çalıştıktan sonra teslim oluyor, maçlar her defasında farka gidiyordu. Küçük çocuklar “Ferrari” tezahüratına başlıyor, işte o zaman Turist’in potaya asılıp maymun gibi sallanmaları, Kopi’nin bacak arası pasları ve Pilot’un arkası dönük basket şovları başlıyordu.

Çayda balık avlamakta da ustaydılar. Kopi kahvehanede konuşulanlara kulak verip balık sürülerinin hangi bölgelerde gezindiğini öğrenir, Pilot akşamdan kurşunları, misinaları, iğneleri, yemleri ayarlar, Turist de beline kadar suya girip kamışı atar, hiç şikayet etmeden saatlerce beklerdi. Sonunda bilgi, teknik ve sabırla hareket eden Ferrari ödülünü iri bir kefal ya da adam başı birer tane alabalıkla alır, Kopi’nin topladığı çalı çırpıyı tutuşturan Pilot’un ağaç dallarından yonttuğu şişlerde nar gibi kızaran balıklar afiyetle yenirdi.

Balığın bol olduğu ya da Ferrari’nin şansının yaver gittiği günler hasılatı kasabaya götürüp satar, kazandıkları parayı ya panayır zamanı tüfekle mantar patlatma, boks topunu yumruklama, bardağa top atma gibi oyunlar oynamak için biriktirir, ya parkta keyifli zaman geçirmek için kutu oyunu, tavla, mini langırt filan satın alır, ya da basket maçlarında kendilerini destekleyen çocuklara şeker, çikolata dağıtıp bir sonraki maç için taraftarlarını motive ederlerdi. Bazen de balıkları satmak yerine, yaşlı, yoksul komşularına dağıtarak hayır dualarını alırlardı.

Sıcak bir Ağustos günü, kuğulu çay bahçesinde, havuzbaşına oturmuş, çay eşliğinde peynir ekmeklerini yiyorlardı. Turist, evden çıkarken bir poşete dokuz tane zeytin koymuştu. Poşeti çıkarıp ağzını açtı, masanın ortasına bıraktı. Pilot, Turist’in sırtını sıvazladı. İkisi iştahla zeytinlerini yerken, Kopi’nin gözü ekmeğini sardığı gazete kağıdındaki bir habere takılmıştı. Pilot ona dönerek:

“Kopi hiç değilse yemek yerken bırak şu okuma sevdasını da, Turist’in zeytinlerinin tadına bak. Ben böyle güzelini yemedim.” dedi.

Kopi toparlandı. Buruşuk gazeteyi katlayıp cebine koydu, heyecanını belli etmemeye çalışarak ziyafete katıldı.

Akşam ezanı okunurken her zamanki gibi önce Pilot’u evine bıraktılar. Turist’le başbaşa kalınca Kopi alelacele cebindeki kağıdı çıkardı.

“Bunu hatırlıyor musun?” diye sordu.

Turist’in gözlüğü burnunun ucuna düşmüştü. Ağzı açık:

“Yoo” diye cevapladı.

“Bugün Kuğulu Park’ta okuduğum gazete parçası. Şu habere bak.”

Turist, “Alpler’de Hamak Keyfi” başlıklı habere şöyle bir göz attı. İtalya’da dağların arasına halat çeken bir grup sporcu, halata taktıkları kancaların ucunda sallanan hamaklarda, yeryüzünden yüzlerce metre yüksekte dinleniyor, gitar çalıyor, sohbet ediyordu. Turist gözlüğünü iterek Kopi’ye döndü:

“Eee?”

Kopi heyecanlı ve sabırsız görünüyordu.

“Anlamıyor musun oğlum? Bu teknikle Pilot’un en büyük hayalini gerçekleştirebiliriz?”

“Kasabaya tepeden bakma hayalini mi?”

“Tam üstüne bastın. Biz şimdiye kadar hep onu tepenin zirvesine nasıl taşıyacağımıza kafa yorduk. Di mi?”

“Evet. Dönüşümlü taşımamıza yardım edecek sekiz on tane gönüllü buluncaya kadar ertelemiştik o işi.”

“Aslında biz büyüyüp kaslansak da bize eşlik edecek gönüllü bulamayacağımızı, parayla profesyonel dağcılar tutsak da adamların bu işi tehlikeli bulup kabul etmeyeceğini biliyorduk ama Pilot’u üzmemek için hiçbir zaman beceremeyeceğimizi itiraf etmiyorduk, di mi?”

Turist dudak büktü.

“Yani… Ben o kadar umutsuz değildim aslında. Ferrari’nin çözemeyeceği iş yoktur sonuçta.”

“Aslında haklısın. İşte bu haber bir çözüm ampulü yaktı kafamda.”

Kaldırıma çömeldi. Bir ağacın altındaki dal parçasını kırıp ucunu sivriltti. Toprağı düzeltip üstüne çizmeye başladı.

“Şimdi bak, burası tepe. Burası çay. Bunlar da çayın diğer kıyısındaki kayalar.”

Turist dikkatle dinliyordu.

“Bizim ulaşmamız gereken yer şurası, di mi?” Dalın ucu ile tepenin zirvesini işaret etti.

“Evet, en iyi kasaba manzarası orada.”

“Peki, bir kanca tepenin ucuna, bir kanca da aşağıdaki kayaya çakılsa… Araya bir dağcı halatı çekilse… Pilot’un sandalye de dört tarafından kancalansa ve o kancalar İtalyanlar’ın hamaklara yaptığı gibi halata geçirilse. Alttaki kayanın dibine kurulacak bir makara sistemi ile Pilot sandalyesinden inmeden tepeye kondurulur mu, kondurulmaz mı?”

Turist’in gözleri heyecan ve sevinçten faltaşı gibi açılmıştı.

“Kopi, zehir gibi çalışıyor kafan şerefsizim. Fizikten aldığın o 90’lar hakkınmış harbiden, helal olsun.” Yumruğunu sıkıp coşkuyla Kopi’nin omzuna vurdu. Kopi bir yandan acı içinde omzunu tutuyor, bir yandan gururla övgüleri kabul ediyordu.

***

Sonraki haftalarda Ferrari hemen her gün oy çokluğuyla balığa çıkmaya başladı. Çayda her zamankinden uzun kalınıyor, en güzel balıklar eskisi gibi pişirilmek yerine balıkçıya satılmak üzerine saklanıyor, bizimkiler peynir ekmeğe talim ediyordu. Pilot, arkadaşlarındaki değişimi elbette ki fark ediyor ama sorularına yanıt alamayınca kaderine razı oluyor, çoğunluğa uyarak o da diğerleriyle bir hareket ediyordu.

Epeyce paraları birikmiş, panayır zamanı da gelmişti. Bir sabah çitlembik ağaçlarının gölgesinde dinlenirlerken, Pilot yazı her zamankinden fazla çalışarak geçirdiklerini, panayırda doyasıya eğlenmeyi hak ettiklerini söyledi. Kopi çimenlere uzanmış, ağacın dalları arasından gökyüzünü seyrediyordu.

“Para harcamak yok, Pilot” dedi. “Bu yıl panayıra gitmeyeceğiz.”

Pilot şaşırdı. Aslında fikirler Kopi’den, kararlar Pilot’tan çıkardı. Turist: “Katılıyorum.” diyerek Kopi’yi destekleyince Pilot’un hayreti bir kat daha arttı. Genellikle bu ikisi uçuk kaçık tekliflerde bulunur, Pilot mantıklı açıklamalarla paranın idareli harcanması, başkalarına saygılı davranılması, riskli işlere girilmememesi için diğerlerini ikna ederdi. Son zamanlarda ise Kopi ile Turist aralarında gizli bir anlaşma yapmışcasına tam tersine fazla sorumlu, eli sıkı, hatta eğlencesiz davranıyor, durumu dengelemeye çalışan Pilot’un önerilerine de kulak asmıyorlardı. Pilot dayanamadı:

“Siz benden habersiz bir işler mi çeviriyorsunuz?”

Kopi omuz silkerek: “Yoo” dedi. “Amma şüpheci oldun sen de. Ben şahsen boks topuna yumruk atmak, ya da ilkokul yıllarında patlattığım mantarlardan birkaç tane daha vurmaktan daha anlamlı bir şeyler yapalım istiyorum o parayla.”

Turist, gözünü parmağındaki uğurböceğinden ayırmadan:

“Katılıyorum.” dedi.

Pilot, cüzdanının çıtçıtlı bölmesini sertçe açtı. İçinden bir tomar para çıkardı. Kopi’ye uzattı. “Alın o zaman para sizde dursun.” dedi. “Anlamlı şeylere harcarsınız.”

Kopi itiraz etmeden parayı aldı cebine koydu. Pilot birkaç saat surat astı. Sohbete katılmadı. Soruları kısa yanıtlarla geçiştirdi. Öğleden sonraki basket maçına kadar böyle gitti. Sonra yine “Ferrari” tezahüratları altında eski neşelerini buldular.

***

Tatilin bitmesine üç gün kalmıştı. Sabah, her zamanki saatte Ferrari toplanmış, yola çıkmıştı. Pilot: “Bugün hava serince, parka gidip Monopoly oynayalım.” diyerek sessizliği bozdu.

Kopi: “Bence çaya gidelim.” dedi.

Turist: “Katılıyorum.” diyerek onu destekledi.

Pilot artık bu ittifaka alışmıştı ama bu kez iyice saçmalıyorlardı:

“Oltaları almadık ki?” derken Kopi’ye döndü.

“Balık tutmayız biz de suyun akışını seyrederiz.” Bu defa yanıt Turist’ten gelmişti. Pilot başını iki yana salladı ama bir şey demedi. Çaya doğru ilerlediler.

Kayanın başında dağcı kıyafetleri giymiş iki adam onları bekliyordu. Tepeye doğru bir halat çekilmişti. Pilot’un şaşkın bakışları arasında önce Turist emniyet kemerini bağladı. Kemer halata takıldı ve dağcılardan birinin idare ettiği makara ağır ağır hareket ettirilerek Turist’i havalandırdı. Birkaç dakika sonra Turist tepeden el sallıyordu. Kopi, Pilot’a döndü:

“Hadi kardeşim. Sıra sende.” dedi.

Pilot kıpkırmızı oldu. Ne diyeceğini bilemedi. Dağcılar önceden test ettikleri aparatları birer birer önce tekerlekli sandalyeye, sonra da karabinalarla halata geçirdiler. Pilot’u emniyet kemerleri ile hem sandalyeye hem de halata bağladılar. Dengeyi sağlamak ve gerekirse müdahale etmek için bir dağcı da tekerlekli sandalye ile birlikte havalandı. Ağı ağır yükseldiler.

Pilot naralar atıyordu. Nihayet isminin hakkını veriyor, gerçekten uçuyordu.

Kopi de tepede aralarına katıldı. Hep birlikte kucaklaştılar. Pilot gözleri nemli:

“Biliyordum işin içinde bir bit yeniği olduğunu ama…” Turist’le Kopi haftalardır tuttukları kahkahayı bastılar. Pilot sözünü yutkunarak tamamladı: “Bu kadarını hayal bile edemezdim.”

Ferrari’yi tepenin zirvesine, yeryüzünde kasaba manzarasını en güzel gören yere park ettiler. Pilot arabanın altına bağladığı poşetten peynir ekmekleri çıkardı. Öğlen yemeklerini iştahla dişleyerek manzarayı seyre daldılar.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

MİYAVLAYAN ÇÖPÇÜ

Sabah erkenden çalışmaya başlar. İtinayla… Ne acele eder, ne de ağırdan alır. İki kaldırım taşı arasına sıkışmış bir plastik kapak ile uğraşabilir dakikalarca. Süpürge ile beceremezse bir dal parçası ya da tel filan bulur, mutlaka söker çıkarır.

ÇOK BULUT

Hava ısındıkça bulutlar alçalıyordu. Nallar yumuşayan asfalta her adımda biraz daha gömülüyor; tahta arabaya tepelemesine yüklenmiş ot yığını, nemlendikça beton gibi ağırlaşıyordu. Sahipleri gibi sıska ama güçlü atlar bütün bunlara aldırış etmeden, köylerine doğru dört nala ilerliyorlardı. İki arabaydılar. Taze biçilmiş otları, Fidel’in durumu her geçen gün kötüleşen annesine götürüyorlardı.

VLTAVA NIN KIYISINDA

Kız, Erkek’e doğru bir adım atıyor, ona dokunacak ya da kulağına bir şey fısıldayacakmış gibi yapıyor, sonra yine geri çekiliyordu. Erkek, Kız’a bir kez sarılırsa bir daha bırakamayacağını biliyor,

KUYTU

Erkek sırt çantasıyla indi vapurdan. Omuzları herkesten daha dik. Martı gibi gövdesini rüzgara bırakarak kalabalığın arasında süzüldü. Kız onu iskele kapısında, uslu bir köpeğin yanında bekliyordu. Onun da çantası sırtında. Günün son saatiydi. Işığın düştüğü yerler altın rengi. Kızın yüzü de öyleydi. Erkek onu görünce gülümsedi. Gülümsemesi tatlı bir dalga gibi kızın yüzüne çarpıp geri döndü.

Tgumusay Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir