KARA TREN

KARA TREN

Siyah bulutlar sini gibi örter ya bazen yeryüzünü. İşte öyle zamanlarda insanların içi tren gibi kapkara olur. Sis kaplar dört yanı. Bedenler gölgeye dönüşür. Kimse birbirini tanıyamaz. Ürkekleşir.

Aynalar, göller, kuyular filan parlar nadiren. Derinlerde gizledikleri son ışıklarıyla. Onlara da pek kimse bakmak istemez. Bakan tek tük meraklı, kendini göremez yüzeylerinde. Yüzleri yerine gölgeler çıkar karşılarına. Korkarlar kendilerinden. Karanlıktan korkarlar çünkü. Kendi karanlıklarından ödleri patlar.

Trene binip uzaklara gitmek isterler öyle zamanlarda. Vagonlar tıklım tıklım olur. Merdivenlere asılırlar. Camlara tutunurlar. Lokomotife saldırırlar.

Lokomotif, insana ait izleri buharlaştırır ilerleyebilmek için. En çok da mektupları, fotoğrafları, oyuncakları, şiirleri, patikleri, romanları…

Ses etmezler buna. Aksine kafa sallayarak onaylarlar. Çünkü uzaklaşması lazımdır trenin. Akıllarına başka çare gelmez. Raflarında, sandıklarında, ceplerinde, göğüslerinde ne varsa kucaklar, kuyruğa girerler. Trende bir koltuk, hiç değilse koridorda bir tutacak kapabilmek için.

Düdüğün buhar salarak her ötüşünün ardından kuyruk biraz daha uzar. Geride kalmak istemez kimse. Diğerleriyle birlikte hiçbir şeysiz birer hiç kimse olmaya razı… Makinist bilir bunu. Düdüğü acı acı öttürür. İnsanları hizaya getirir.

Siyah bulutlar sinsice örter yeryüzünü. Hepten karartmaz. Gri bırakır azıcık. İnsanlar başka yerde daha çok ışık var sanırlar. Daha çok çırpınırlar bu yüzden. Daha da silikleşmeye razı olurlar. O aydınlık diyarda her şeyi telafi edebileceklerine, hayatlarını yeniden inşa edebileceklerine inanırlar. İnanmak isterler. Ancak öyle var olmayı sürdürebilirler.

Tren düdüğünü öttüre öttüre tıka basa doldurur vagonları, koridorları… İçerdekiler ilerlediklerini sanırlar. Oysa tren buharlar saçarak, sarsılarak yerinde saymaktadır. Her ötüşü bir durak sanır yolcular. Karanlıktan etrafı göremezler. Uyuyakalır kimisi, uykuları da kapkara, rüyasız. Ne kadar uzaklaştıklarını kestiremez diğerleri. Gözleri çöküktür, omuzları daha beter…

An gelir, makinist bile inanır ilerlediklerine. Kazanı hatıra defterleriyle, aile albümleriyle, ilkokul karneleriyle, istek parça peçeteleriyle, kitap arasında kurutulmuş çiçeklerle, poğaça, kek tarifleriyle doldurdukça coşar. Sarsılmaktadır tren siyah bir kısrak gibi. Var oluşun kanıtları tutuştukça, şahlanmaktadır.

Oysa çocuklar set çekmiştir trenin önüne.

Yetişkinler trene binmek için birbirleri ile mücadele ederken onlar sıralarını, kara tahtaları, öğretmen kürsülerini taşımışlardır okullarından. Topaçlarını, bebeklerini, lastik toplarını getirmişlerdir. Sümüklerini, tokalarını, dil çıkarmalarını. Yeni öğrendikleri küfürleri, evcilik oynarken takındıkları halleri getirmişlerdir. İtiraf edemedikleri aşklarını, oyuna çağırmaya utandıkları arkadaşlarını çekip getirmişlerdir kollarından, hazır ortalık karanlık diye.

Anıları tazeciktir çocukların henüz, lokomotif kazanında yanmaz. Göz altları porselen gibidir, çökmez. Dudakları gülüverir kendiliğinden, mühür tutmaz.

Yığınak yapmışlardır trenin önüne. Geçit vermez.

Bir tek onlar kalmıştır düş görebilen. Düşünde aydınlığı görebilen. Aydınlığın uzakta olmadığını hisseden. Büyümenin eldekileri yitirerek değil, onları çoğaltarak mümkün olabileceğini sezen.

Çocuklar gitmek istemezler uzaklara. Trene tırmanmayı, halının üstüne ray döşemeyi severler de yuvalarını trenlerden daha çok severler aslında. Arkadaşlarını yolculardan. Köpek havlamasını tren düdüğünden. Oynamayı seyahat etmekten.

Tüketmemiştir çünkü henüz çocuklar. Daha yeni başlamaktadırlar.

Göz bebekleri ışıl ışıldır çocukların, zifiri karanlıkta bile. İşte o ışıltı kıvılcıma dönüşür bir gün. Ansızın. Şimşek olur uzanır yukarı doğru. Gökyüzüne kadar… Usulca yarılır o zaman simsiyah bulutlar. Bulutların üstü hep güneş, pür aydınlıktır zaten. Işık yağmaya başlar yeryüzüne. Toprağa, dallara, yollara, okullara, terk edilmiş evlere…

Yolcuların gözleri kamaşır fena halde. Bu kez de ışıktan körleşirler. Onlar kendilerine gelinceye kadar çocuklar kıkırdayarak taşırlar sıraları, kürsüleri, topaçları, bebekleri… İlk aşklarından köşe bucak kaçarak, oyuna çağıramadıkları arkadaşlarından birkaç adım uzakta.

İnsanlar ağır bir uykudan uyanır gibi, gözlerini ovuşturarak inerler trenden. Evlerine doğru ağır ağır yürürler. Biraz şaşkın, biraz donuk… Yeniden aydınlığa kavuşmaktan memnun, bellekleri, yürekleri bomboş…

Çocuklar okullarına gönderilirler ertesi sabah. Akılları bir karış havada.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

ÇOCUKLUK

Adını unuttuğu arkadaşlarıyla sineklerin kanatlarını koparıp kibrit kutusuna hapsettikleri, bakkalın deposuna tünel kazdıkları, annesi arkasını döndüğünde komşunun küçük kızını ağlattıkları,

GÖZLERİNİN İÇİ

O sahneye çıkmadan önce Hamiyet, Zeki Müren ve Münir Nurettin plakları çalınır, sakız gibi bembeyaz masaörtülerinin üzerine dizili piyatalarda kekikli zeytin, çiroz salatası, Ermeni pilakisi, lakerda, midye dolma ve ince kesilmiş beyaz peynir ikram edilirdi. Rakı kadehlerini tokuşturup, mezelerden tadarak günün yorgunluğunu atan konuklar, Laternacı Niko ile hepten havaya girerlerdi.

KASIRGA

Flamboyan ağacının bir dalı çatırdayarak koptu. Erkeğin bir adım ötesine düştü. Kadının bakışları düşen dala doğru kayarken erkeğin gözleriyle çarpıştı. Kirpiklerini kırpıştırdı. Yavaşladı… Erkeğin elindeki turuncu flamboyan çiçeğini işaret ederek: “Zavallı güzel çiçek” dedi. “Haklısınız…” diye karşılık verdi erkek, çiçeği öne doğru uzatırken. “Onun için talihsiz bir gün. Ama izin verirseniz, güzel saçlarınızda teselli bulabilir.”

SARI SÖZLÜK

Cumaları bekliyordum… Eğer hava çok karlı değilse, eğer Beden Öğretmeni geç kalmazsa, eğer yoklamayı aldıktan sonra kasadan taklayı ilk benim atmama izin verirse, eğer son otobüsün yirmi beş dakika sonra kalkacağını bilen Müdür Yardımcısı izin kağıdımı imzalarsa, kirli çamaşır ve defter kitap dolu çantamı sırtlanıp koşmaya başlıyordum.

Tgumusay Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir