UÇAN HELVA

UÇAN HELVA

Pırıl pırıl bir yaz sabahıydı. Her bayram yaptığımız gibi büyüklerin ellerinden öpmüş, arkadaşlarla birlik olup konu komşunun kapısını çalmış, ayaküstü ziyaretlerimizi tamamladıktan sonra da, ağızlarımızda sakızlı şekerlerden koca birer yumruk, soluğu parkta almıştık. Çitlembik ağaçlarının serin gölgesinden neşe içinde, ganimetlerimizi hesaplayıp karşılaştırarak geçmiş, daha fazla sabredemeyince depara kalkarak soluk soluğa bayram için kurulmuş lunaparka varmıştık.

Sonrası, yılın en zevkli birkaç saati… Kayık salıncağı neredeyse alabora edene kadar hızlandırmalar… Çarpışan otolarda sıra gelene dek kim bilir kaç tur beklemenin acısını, etliye sütlüye bulaşmadan gezinmeye çalışan masum kızların arabalarından çıkarmalar… Uçan sandalyelerde, tırstığımızı belli etmemek için gözlerimizi kapayıp avazımız çıktığı kadar bağırarak şarkılar söylemeler… Balerinin iri memelerinin etrafında fır dönmeler, öne doğru dayanmak zorunda kaldıkça emniyet demirinin açılıvereceğinden endişelenmeler, arkaya yatarken gıdıklanıp kahkahalara boğulmalar, sonra aniden gazetelere düşmüş lunapark kazalarını hatırlayarak pişman olmalar, altına edecek kadar korkmalar…

Paralarımız nasıl suyunu çekti anlamamıştık. Daha doğrusu ben bir pamuk helva parası ayırmıştım gömlek cebime ama son turda Mehmet balerine binemeyip kenarda ağlamaklı olunca, kalan harçlığımı da ona uzatmış, hasılatı sıfırlamıştım. Balerinden indiğimizde başlarımız deli gibi dönüyordu. İkimiz de hayatımızda arka arkaya bu kadar çok kez, dönen oyuncağa binmemiştik. Düz çizgi üzerinde yürüyemiyor, sendeleyip birbirimize tutunuyor, gülmekten iki büklüm oluyorduk.

Lunaparktan çıkıp, parka girdik. Bulduğumuz ilk oturağa kadar yalpalayarak ilerledik ve bir arada zor tuttuğumuz uzuvlarımızı yeşil bankın üstüne bırakıverdik. Gözümü açtığımda karşımda onu gördüm: Beyaz saçlı, kır bıyıklı pamuk helvacı. Yerimden kalkmadan seslendim:

“Helvacı Amca senin de elini öpsek, pamuk şekerlerinden birer tane verir misin bize bayram harçlığı olarak?”

Sarhoşlar gibi konuşuyordum. Dilim dolanıyor, sözcükler ezilip büzülüyordu. Cümlemi tamamlamamla Mehmet’in gülme krizine girmesi bir oldu. Soruma mı gülüyordu yoksa konuşma şeklime mi bilmiyordum ama o güldükçe ben de kendimi tutamıyordum.

Biz güldükçe Helvacı Amca öfkeleniyor, kaşlarını çatmış bizi izlerken, arada küfreder gibi bir şeyler mırıldanıyordu. Mavi emektar bir arabası, arabanın önünde ebru desenli bir balonla iki rüzgar gülü, tepesinde üç beş tane elma şekeri ve bolca pembe, şişkin pamuk helvası vardı. Pamuk helvayı öyle çok severdim, kırk yılda bir alındığında yemeye öylesine doyamazdım ki, kendimi bildim bileli, elime toplu para geçtiğinde bir araba dolusu pamuk helva satın alıp hepsini arka arkaya mideye indirmeyi hayal ederdim. Ama bunu asla beceremez, o gün olduğu gibi elime üç beş kuruş geçen bayram günlerinde de muhakkak harcayacak başka bir yer bulur, sonra da böyle helvacının karşısında yalanır, yutkunurdum.

Karınlarımızı, böbreklerimizi tutarak gülmeye devam ediyorduk. İyice siniri bozulan Helvacı, söylenerek ayağa kalkmış, arabasındaki makineyi çalıştırmış, tahta çubukları motorun etrafında gezdirerek pamuk lifi şeklini alan şekeri toplamaya, böylelikle yeni pamuk helvalar yapmaya koyulmuştu. Mehmet ile ikimiz bir an için bu sihirli üretime dalmış, sonra Helvacı Amca tamamladığı tombul pamuk helvaları arabasının üstüne dizerken Mehmet, “Balon oğlum onlar… Pamuk helva numarası yapan pembe balonlar…” deyince yine makaraları koyvermiştik.

İşte her şey ondan sonraki beş on saniye içinde olup bitti. Aniden lunapark tarafından kuvvetli bir rüzgar esmeye başladı. Yaprakları havalandırarak bize doğru yöneldi, şiddetini hızla artırdı. Sanki parkın ortasından geçen, pamuk helva arabasıyla bizim bankı içine alan basınçlı bir hava koridorunun göbeğinde kalmıştık. Saçlarım başımdan kurtulmak istercesine yukarı doğru çekiliyor, ağaçlardan uçuşan tüyler ağzıma burnuma doluşuyordu. Mehmet olan bitenden habersiz önüne kapanmış katılarak gülmeye devam ediyor, zaten şiddetle sarsılmakta olan bedeni peydahlanan fırtınanın etkisini hissetmiyordu. Pamuk helva arabası zangır zangır sallanıyor, içleri hava dolan pamuk helvalar şiştikçe arabanın tekerlekleri yukarı aşağı yaylanıyordu.

Yeryüzüyle temasının hassas dengelere bağlı olduğunu fark edemeyen Helvacı Amca, camekanın içinde inatla tamamladığı son helvasını çıkardı. Arabanın üst çerçevesindeki deliklerden birine güçlükle yerleştirdi.

İşte bu son hareket bütün dengeleri bozmaya yetti. İçi hava dolan son pamuk helva da şişti, kocaman oldu. Arabanın tekerleklerinin yerle teması sırayla kesildi. Usul usul havalanmaya başladı. Helvacı Amca önce ne olup bittiğini anlayamadı. Mavi araba beline kadar yükseldiğinde gözleri fal taşı gibi açıldı. Sol tekerleğe monte edilmiş sergileme direğinden tutarak arabayı aşağı çekti. Bir an için başarır gibi oldu. Derken daha da şiddetli bir hava dalgası önce pamuk helvaları üç beş misli büyütecek kadar şişirdi, sonra onları pembe balonlar gibi gökyüzüne doğru ittirdi. Dev helvalara bağlı mavi araba, çitlembik ağaçlarının arasından yükseldi. Ve Helvacı Amca da tutunduğu direkle birlikte onların peşinden gökyüzüne doğru sürüklendi.

Mehmet doğrulduğunda: “Sakın komik bir şey söyleme artık” dedi. “Yoksa gülmekten çatlayacağım. Her yerim ağrıyor, kalbim sıkışıyor.”

O sırada ağzım bir karış açık gökyüzündeki küçük karaltının kuş mu yoksa araba mı olduğunu seçmeye çalışıyordum.

“Hiçbir şey görmedin mi?” diye sordum.

Gülmekten yaşarmış gözlerle bana bakıyor, ciddi bir şey mi söylediğimi yoksa yeni bir şakaya mı hazırlandığımı kestirmeye çalışıyordu.

“Neyi görecektim ki?” diye sordu.

“Pamuk helvacıyı.”

Geriye bir tek elektrik direği ile ağaç arasına sıkışmış taburesi kalmıştı.

“Nereye gitti?”

Gökyüzünü işaret ettim.

“Senin balonlar pamuk helva numarası yapmayı bıraktı.”

Bir bana, bir parmağımın gösterdiği bulutlara baktı. Şimdi bulutlar da dev birer pamuk helvaya benziyordu.

Gürültülü bir kahkaha patlattı. Ben de kendimi tutamadım. Gülmekten iki büklüm ayağa kalktı. Pamuk helvacıdan yadigar tabureyi düzeltip oturdu. Onun gibi kaşlarını çatarak bana dik dik bakmaya çalıştı. Tabii ki başaramadı. İkimiz de kahkahayı koyverdik. Soluğumuz kesilinceye, kan ter içinde kalıncaya, çimenlerde yuvarlanıncaya dek güldük, güldük, güldük…

Çocukluğumuzu, bayramları, özgürlüğüne kavuşan pamuk helvaları doyasıya kutladık.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

AMELE

“Ne zor hayatları var di mi lan Hasan?” dedi Yaşar, dudaklarını büzüp sigarasının dumanını havaya üflerken. “He ya… Ben de onu düşünüyordum, Yaşarcan.” “Ben sana diyim bak. Bunların çimentosu olsa kumu olmaz. Kumu olsa çimentosu. De ki ikisini de buldular; suyunu ayarlayamazlar…” Gülüştüler. Hasan devam etti: “Her gün kırk kişiyle muhatap olurlar. Kırkının da kafasından ayrı ses çıkar. Hepsine de kendilerini beğendirmeye çalışırlar.”

PRENSES

Mecburdu buna. Ayakkabısı, çorabı, elbisesi, tokası, çiçeği, elması hepsi tertemiz, ütülü, fırfırlı, tazecik, cıvıl cıvıl olmadı mı sokak kapısının eşiğine adımını atamazdı. Yıllarca annesi, teyzeleri, ablaları, nineleri, komşuların kızları, daha kimler itmiş, çekmiş, çimdiklemiş, saçından sürüklemiş,

KIPKIRMIZI

Havalimanına varmış olmalı, diye düşündü. Belki güvenlik cihazından geçiyordur şu an. Belki de bavulunu teslim etmek üzere. Tek elinde pasaport, kuyrukta beklerken canlandı gözünün önünde. Diğer elindeki cep telefonunun ekranına bakarken… Yüzü her geçen dakika biraz daha solarken… “Eğer…” demişti, son kucaklaşmalarının ardından. “Kararını değiştirirsen… Bu uçak kalkmadan bir saniye önce dahi olsa… Bir kere çaldır, yeter.”

GÜLLÜ

Seyyar satıcıları saymazsak renksiz bir cumartesiydi. Simit peşinde rıhtımla vapurlar arasında uçuşan martıların beyaz kanatları, uzaktan bakılınca denize düşen kar tanelerini andırıyordu. Haydarpaşa Garı, sargılar içindeki kulesi ve yamalı gövdesiyle göz göz pencerelerini güçlükle açıp kapıyor, artık koynuna tren almak için çok yaşlı olduğundan yakınıyordu.

Tgumusay Yazar:

Tek Yorum

  1. nesrin baki tosun
    19 Temmuz 2016
    Yanıtla

    Öyküleriniz ile yeni tanıstım. Yuzumde yaýılan keyifli gülümsemeyi tarif edemem. Yazi diliniz lezzetli ve ben bu tadı kaybetmemek için yutkunmaktan çekinir oldum. Kelimeler ile dostluğunuzun devamlı olmasını diliyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir