AYLAKLAR

AYLAKLAR

“Şu bankayı soyalım hadi, Jim!”

“Beni karıştırma, Paul! Kaç kere söyledim, patates bile soyamam ben.”

“Gördün bankanın kapısındaki protestoları. O sahtekarlar Orta Doğu’daki savaşı finanse ediyor.”

“Hadi ordan, Paul! Şimdi de dünya barış elçisi mi kesildin? Striptizci kızı ayartmak için istiyorsun o parayı.”

“Sharon gibi bir vücudun olsa banka yerine seni soyardım, Jim.”

“Bence sen Sharon’la soymalısın bankayı. Hem silaha da gerek yok! O bankonun üstünde yılan gibi iki figür yapıp memurun kucağına oturduğu an, kasa kendiliğinden boşalmaya başlar.”

“Bir daha Sharon hakkında böyle laflar edersen, seni memurla birlikte o kasaya kilitlerim!”

“Cehenneme kadar yolun var, Paul. Beni rahat bırak artık; biraz müzik dinlemek istiyorum.”

“Jim, çıldırtma beni. Ben burda hayati konulardan bahsediyorum seninse aklın fikrin kulak deliklerine bir şeyler sokmakta…”

“Hey! Yavaş ol sersem, kulaklığın kablosunu kopartacaksın. Şunu kalın kafana sok artık, Paul. Benim hayati konum da müzik.”

“Ah evet, metro geçitlerinde kafa ütüleyenler orkestrasına bir kişinin daha katılması Londralılar için hayati bir konu gerçekten!

“Bir şeyler üreten insanları aşağılamana katlanamıyorum, Paul. Gözüme hepten kan emici bir asalak gibi görünüyorsun.”

“Sen de benim gözüme giderek saftirik bir hobit gibi görünüyorsun ahbap. Hayallerin bile öyle prematüre ki, her geçen gün gerçek bir kaybeden olma yolunda emin adımlarla ilerliyorsun.”

“Haklı olabilirsin, Paul. Hırsız bir vizyoner olmaktansa, saf bir kaybeden olmayı tercih ederim.”

“…”

“…”

“…”

“Ya Sharon? Sence o memnun mu yaptığı işten?”

“Hayır. Nick’in emanetini North Ealing’e teslim ettiğim gece, kulağıma kulüpte çalışmaktan nefret ettiğini fısıldadı.”

“Peki diyelim ki soygun işini becerdin… Aynı gün Sharon o mafya bozuntusu kulüp sahibine tazminatını ödemeden ortadan kaybolunca polis peşinize düşmez mi sanıyorsun?”

“Çok soygun filmi seyrettim, Jim. Bu işi delil bırakmadan halletmenin yollarını en ince ayrıntısına kadar biliyorum.”

“Sence polisler seyretmemiş midir o filmleri?”

“Ne saçmalıyorsun sen dostum? Kaleciler de yıllarca Eric Cantona’nın videolarını seyrettiler ama kamyon dolusu gol yemeye devam ettiler.”

“Evet ama Cantona her maçta attığından fazlasını da kaçırıyordu. Sense çaylak bir soyguncu adayısın; ilk hatanda hapsi boylarsın.”

“Ohh Jim, kızıl popoların hepsi senin gibi karamsarlık mı saçıyor?”

“Sanmam. Mesela Prens Harry’ninki umut saçıyor olmalı ki şu an bütün gezegen, Windsor’daki kraliyet düğününü dört gözle bekliyor.”

“Ah evet, Jim. Bu harika örnek her şeyi açıklıyor gerçekten. Benim de o kadar param… Ve öyle bir babam olsa… Her neyse… Allah’ın cezası kulaklığını bir tarafına sok ve bir daha da tek kelime etme, tamam mı?

“…”

“…”

“…”

“…”

“Sen… Babanı mı özledin, Paul?”

“Sana kapa çeneni dedim.”

“Hadi ama, Paul…”

“Kes sesini, Jim.”

“En son ne zaman ziyaretine gittin?”

“Altı ay oldu herhalde.”

“Onu tekrar görebilmek için senin de hapse girmen gerekmiyor, Paul.”

“…”

“Hadi dostum… Bak bu sefer ben de eşlik edeceğim sana.”

“Hapishaneye iki kişilik tren bileti için kaç para lazım, biliyor musun sen?”

“Bilmiyorum ama parayı bulurum.”

“Dün gece Sharon’ın şovuna gidelim dediğimde meteliğe kurşun atıyordun ama…”

“Doğru.”

“Ya şimdi?”

“Sokak çalgıcısı arkadaşlarımdan borç alacağım.”

“Sen… İyilik yumurtlayan bir kızıl poposun, Jim.”

“Farkında mısın bana ilk kez iyi bir şey söylemeye çalıştın.”

“Devamını getirebileceğimi sanmıyorum.”

“Boş ver zaten hiç ağzına yakışmıyor. Hadi kalk, Julian’ın Pub’ına gidip düzgün bir yer kapalım. Kraliyet düğünü başlamak üzere…”

“Sana bir şey söyleyeyim mi? On kilo versen arkadan Prens Harry’e bayağı benzeyeceksin Jim.”

“Ah teşekkürler, Paul. Sen de Eric Cantona gibi gözlerini kısmayı kesersen, belki bu defa babandan yumruk yemeden ziyaret saatini tamamlayabilirsin.”

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

SEV BENİ

Kemancı coşmuştu: “Sözler eksik bizde Yenge. Bundan sonrası sende…” Kadın, bakışlarını Erkek’e kilitledi. Sanki sözleri o yazmış, besteyi o yapmış, şimdi de şarkısını taş plağa kaydediyordu. Alay eder gibi başlıyor, yemin eder gibi bitiriyordu. Gözleri Erkek’ten başkasını görmüyordu.

BOĞAZİÇİ NİN BÜLBÜLÜ

Boğaziçi, bir zamanlar özü su, ışık, bülbül sesi ve sazdan oluşan kendine has, tılsımlı bir alemdi. Bu alemin halkı yalı adı verilen dantel gibi işlenmiş ahşaptan, çok odalı konutlarda yaşardı. Boğaziçi’nin kıyısında yan yana boy vermiş yalılar; ön cephelerini usul usul okşayan tuzlu suyun gündüz güneş, gece ay vasıtasıyla gönderdiği aşk elçisi ışık yansımalarının camlarından içeri süzülerek…

GRİ

Kovulmuştu. Ve hiç fena hissetmiyordu kendini. Rüzgar yüzünü tatlı tatlı yalıyordu. Omuzlarındaki tek ağırlık ceketi. Onu da çıkardı. Kravatını katlayıp cebine koydu. Şehir bomboştu. Hiç görmediği kadar… Belki o saatlerde hep böyle olurdu. Kovulmasa haberi bile olmayacak.

ŞAMAR OĞLANLARI

Fatih sırtlarında, eski bir İstanbul mahallesinde yaşıyorlardı. Sabahları bir parça ekmeğin yanına varsa bir kalıp peynir, yoksa bir avuç zeytin alıp, sülalecek oturdukları asırlık Rum evinden fırlar, Balat’a inen dik medivenlerin başına oturur, yıkıntılarla yeşilliklerin iç içe geçtiği güzel ve hüzünlü manzaraya karşı…

Tgumusay Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir