TAMİRCİ

TAMİRCİ

Okulun paydos zili çaldı mı pantolonundaki tozu pası silkeler, yüzünü sabunlu suyla yıkar, aynanın sırları dökülmemiş köşesine yaklaşarak saçlarını ıslak eliyle tarardı. Kapıya çıkmadan montunu sırtına geçirmiş olurdu mutlaka. Fermuarını çekerek kirlenmiş tişörtünü; ellerini ceplerine sokarak yağ karasına bulanmış ellerini gizlerdi.

Omzunu oto tamirhanesine bitişik tahta kapıya yaslar, bir ayağını diğerinin üstüne atar, gözleri hep dalgın, hep uzaklara bakardı.

Uzun, ince, yakışıklı bir delikanlıydı. Kızların çoğu yan gözle keserdi onu, tamirhanenin önünden geçerken. Hiç oralı olmazdı.

Derslerle arası pek iyi olmayan haylazlar, hele sınav dönemlerinde imrenerek bakarlardı Tamirci’ye. Arada laf atan da olurdu. O ise ne gülümser, ne sinirlenir, ne de başka bir tepki verirdi. Bakışları deler geçerdi karşısındakini. Onunla göz göze gelen, dönüp arkasına bakardı.

Bazı günler yanına hiç kimse uğramazdı. Çocuklar gözden kaybolunca o da gerisin geri ustasının yanına döner, oto tamirine devam ederdi.

Bazı günler ise okul paydos ettikten sonra, öğrenciler tamirhanenin önünde kuyruk olurdu.

0.5 kalem mekanizmasından çanta kilidine, palto fermuarından kemer iğnesine, ayakkabı tabanından anahtarlık yayına, top patlağından bisiklet frenine, saat kayışına kadar irili ufaklı tamirat işi olan çocukları bayrak törenindeki gibi sıraya dizer, tek tek şikayetlerini dinledikten sonra arızalı eşyalarını sırayla teslim alırdı.

Tamirhanenin bitişiğindeki tahta kapıdan usulca içeri girer, birkaç dakika sonra yine aynı sakin hareketlerle, sorunu halletmiş olarak çıkardı.

Çalışır hale gelmiş eşyalarını hayranlıkla inceleyen çocuklar, bir yandan da kapının gerisinde neler olduğunu, her tür sorunu çözebilen alet edevatı, Tamirci’nin oturarak mı ayakta mı çalıştığını, içeride başka kimsenin bulunup bulunmadığını ve daha bir yığın sorunun yanıtını deli gibi merak eder, ama çizgi kadar karanlık dışında en ufak ipucu vermeyen esrarengiz oda hakkında hiçbir şey öğrenemezlerdi.

***

Tamirci’nin konuştuğu tek kişi vardı. O da “Seyyar” lakaplı, tekerlekli sandalyeli bir delikanlıydı. Sık sık arabası bozulduğundan Tamirci’nin müdavimlerinden olmuştu. İlk zamanlar ondan para almayı reddetmiş, sonra bu eşitsizliğe içerleyen Seyyar’ın ısrarlarına karşı koyamayarak sembolik bir servis ücretini kabul etmeye başlamış, onun verdiği paraları diğer kazançlarından ayrı tutarak bir kavanozda biriktirmişti.

Sonra bir gün, tekerlekli sandalyesine balans ayarı yapılmasını bekleyen Seyyar, içeride her zamankinden uzun kalan Tamirci’yi merak etmeye başlamışken, aralanan tahta kapının arasından gördüğü manzara karşısında hayatının en anlamlı sürprizini yaşamıştı: Tamirci; Seyyar’ın tekerlekli sandalyesine akü takmıştı.

Seyyar nemlenen gözlerini koluyla silip ilk şoku atlattıktan sonra, teşekkür için yemek ısmarlamakta çok ısrar edince, aynı akşam birlikte meyhaneye gitmişlerdi.

Seyyar gece boyunca alkolün de etkisiyle iç dünyasını olduğu gibi ortaya döküp, Tamirci’yi kah duygulandırıp kah güldürdükten sonra nihayet Tamirci de çözülmüş, hayatında ilk kez kendisi hakkında birkaç cümle sarf etmişti:

Doğuştan her türlü bozukluğa, düzensizliğe, aksaklığa karşı aşırı derecede hassastı. Sorunu hızlıca çözemediği takdirde kilitleniyordu. Bu nedenle çocukluğundan itibaren gücünün yetmeyeceği sorunlardan uzak durmaya özen göstermiş, tamir edebileceği her türlü arızaya karşı da hazırlıklı olmanın ve müdahale etmenin yollarını öğrenmişti. Şükürler olsun, uzun süredir ciddi bir kriz yaşamamıştı.

***

Seyyar, o gece eve akülü sandalyesi ile jet gibi girince annesi ile kardeşinin ağızları açık kalmış, annesi Seyyar’ın açıklamasının ardından sevinçten ağlamaya başlamıştı.

Ancak gururuna fazlasıyla düşkün babası uzun süre sessizce önüne baktıktan sonra; böyle bir hediyeyi asla bedelsiz kabul edemeyeceklerini söylemiş, şu an ödeyecek durumları da olmadığına göre, oğluna ertesi gün aküyü iade etmesi gerektiğini bildirmişti.

Seyyar panik halinde Tamirci’nin bu iyiliği tamamen kendi rızası ile yaptığını, malzemeleri bugüne kadar onun tamir için ödediği paraları biriktirerek satın aldığını, yani aslında akünün parasını onun ödemiş sayılacağını sıralamış, bir gecede hayatı boyunca ettiğinden fazla yemin etmişti.

Babası bir türlü ikna olmayınca alkolün de tesiri ile Tamirci’nin kendisine verdiği sırlardan bahsetmiş ve aslında onun kendisini normal hissedebilmek için bu işi yapan, değişik biri olduğunu söyleyivermişti.

Kafası karışan babası uzun süren sessizliğin ardından, bu konuyu iyice düşünüp nihai kararını daha sonra bildireceğini söylerken, Seyyar da asla güvenmediği kardeşi Necla’nın yanında hassas arkadaşının mahremiyetini açık etmiş olmanın vicdan azabını çekmeye başlamıştı.

***

Necla birkaç gün sonra, kimseye haber vermeden bozuk saç kurutma makinesi ile Tamirci’nin yerine gitti. Giyinmiş, süslenmiş, sahte parfüm şişesinin yarısını başından aşağı boca etmişti.

Aslında ondan hoşlanmıyor hatta kirli ellerinden, yağ kokusundan tiksiniyordu. Ama Tamirci okulun son sınıf kızları arasında çok popülerdi. Eğer onu elde ederse, bütün gözler Necla’nın üzerinde toplanacaktı. İlgi odağı olmak onun için herşeyden daha önemliydi.

Tamirci, Seyyar’ın kardeşi olduğu için Necla’yı sıcak karşıladı. Yani yüzüne baktı. Hatta belli belirsiz gülümsedi. Lafı uzatmadan, saç kurutma makinesi ile tahta kapıdan içeri girip gözden kayboldu.

Beş dakika sonra makineyi çalışır durumda geri getirdi. Necla borcunu sorunca, “bir şey istemez” dedi. Necla nazlanarak, sabahtan kremleyip parlattığı omuz başını açıp kırmızı dudaklarını büzerek “olmaz ama öyle” diye ısrar edince, ne diyeceğini bilemedi.

Sonunda Necla kendisi ile konuşmayı bırakıp kapıya yaslanmış, uzaklara bakan Tamirci’nin yanağına ıslak bir öpücük kondurdu. “O zaman ben de böyle öderim” diye kıkırdayıp cilveli adımlarla uzaklaştı.

Tamirci neye uğradığını şaşırmıştı. Soluk alışverişi hızlandı. Eli yanağına gitti. İçi gıdıklanıyor, alnı boncuk boncuk terliyor, kalp atışları düzensizleşiyordu. Tahta kapıyı açtı. Ellerinin titremesi geçene kadar karanlıkta kaldı.

***

Necla iki gün sonra, bu kez bir tencere ve kopmuş tutacağı ile çıkageldi. Tamirci onu görür görmez kıpkırmızı olmuştu. Necla bunu memnuniyetle fark etti. Bu iş tahmin ettiğinden çok daha kolay olacaktı.

Saçlarını savurup, bakışlarını Tamircinin gözlerinin içine sokarak, tencereyi ve tutacağı uzattı. Tamirci gözlerini kaçırarak parçaları aldı, hızla içeri geçti.

Elleri zangır zangır titriyordu. Basit bir tamirattı ama her zamankinden uzun sürdü. Önüne bakarak dışarı çıktı. Başını kaldırmadan, yeniden tek parça haline getirdiği tencereyi uzattı. Yanağına kelebek gibi bir öpücük kondu. Bu kez gülümsemesine engel olamadı.

O gün ustası Tamirci’nin ilk kez şarkı mırıldandığını işitti.

***

Artık paydos saatinden yarım saat önce işi bırakıp kapıya çıkıyor, tek tip üniformaların içinde okulun kapısından oluk oluk akan öğrenci gruplarının içinde Necla’sını arıyordu.

Necla tam karşısından geçerken gerdan kırarak, saçını savurarak, göz kırparak ya da -en fenası- dudaklarını büzüp öpücük gönderek Tamirci’yi selamlıyor, delikanlının yıllar içinde kaya gibi sertleşmiş kas ve duygularını lime lime ediyordu.

Yanındaki kızlar dünya yıkılsa oralı olmayan Tamirci’nin Necla karşısında nasıl değiştiğini şaşkınlıkla ve imrenerek gözlemliyorlardı. Kısa sürede Necla ile arkadaşlık etmek isteyenlerin sayısı artmıştı. Ders aralarında Tamirci ile aralarında ne olduğunu soranlar aldıkları gizemli yanıtlardan etkileniyor, daha fazlasına tanık olabilmek için okul çıkışlarında da Necla’nın yanında olmayı tercih ediyorlardı.

Son günlerde Necla’ya gösterilen ilgi kızlarla sınırlı kalmamış, yakışıklı erkeklerden birkaçı sabahları “günaydın”, öğlenleri “kantinden bir şey ister misin?” demeye başlamıştı.

***

Bir Cumartesi öğleden sonra, Necla bu kez menteşesi kırık, eski bir takı kutusu ile çıkageldi. Sınıfın en popüler ve dedikoducu kızlarından ikisi, tamirhanenin tam karşısındaki çocuk parkında sözde küçük kardeşlerini eğlendiriyor, aslında Necla’nın söylediği saatte orada bulunarak Tamirci ile ilişkisini gözleriyle görmeye hazırlanıyorlardı.

Necla yine en şuh haliyle yaklaştı. Bu kez daha iddialı bir makyaj yapmış, daracık bir kazak giymişti. Takı kutusu bile buram buram parfüm kokuyordu.

Tamirci kutuyu aldı. Gülümsedi. Kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Daha fazla Necla’nın yüzüne bakamayarak arkasını döndü. Karanlık odada kayboldu.

Geri döndüğünde Necla’yı parktaki arkadaşlarına el sallarken yakaladı. Necla hemen kendine çeki düzen verdi. Tamirci, takı kutusunu Necla’nın pamuk ellerine teslim etti. Necla aynı anda parmak uçlarında yükseldi. Tamirci’nin boynuna sarıldı. Ve iki yanağından şapır şupur öptü. Necla’nın göğüslerini göğsünde, saçlarını ve dudaklarını yüzünde, kokusunu en derinlerinde hisseden Tamirci şöyle bir sendeledi. Ayakta durabilmek için Necla’nın belini tuttu.

Her ikisi de arkalarını döndüler. Tamirci yanağını tutarak tahta kapıdan içeri girdi. Necla tanık oldukları sahnenin etkisiyle ağızları birer karış açık kalmış arkadaşlarına göz kırparak, eve doğru işveli adımlarla yürümeye başladı.

***

Aynı günün akşamüstü, sokağın başında Seyyar göründü. Necla gittikten bir saat sonra karanlık odadan dışarı çıkabilen Tamirci, günün kalan kısmını tamirhanenin kapısına yaslanıp Necla’ların evinin bulunduğu tarafa doğru dalgın dalgın bakarak geçirmişti.

Seyyar’ı görünce şöyle bir irkildi. Soğukkanlılığını korumaya çalışarak arkadaşının yaklaşmasını bekledi. Seyyar’ın yüzündeki ifade hiç görmediği kadar sıkkın ve gergindi.

Kısa bir an için göz göze geldikten sonra her ikisi de bakışlarını kaçırdılar. Seyyar, tek kelime etmeden sıktığı sağ yumruğunu Tamirci’ye doğru uzattı. Elini ters çevirip, avcunu açtı.

Tamirci’nin onardığı takı kutusuna gizlice koyduğu anne yadigarı yüzük şimdi Seyyar’ın elindeydi.

Bir süre ikisi de Seyyar’ın avcuna bakakaldılar.

Sonunda sessizliği Tamirci bozdu:

“Kusura bakma kardeşim.” dedi. “Gönül ferman dinlemiyor.”

Seyyar:

“Asıl sen kusura bakma kardeşim.” diye yanıt verdi. “Al yüzüğünü, gönlüne layık birinin parmağına tak.”

Derin bir nefes alıp devam etti:

“Benim kardeşim senin bile tamir edebileceğin bir arıza değil.”

Tamirci, bilincini yitirmiş halde rahmetli annesinin yüzüğünü Seyyar’ın avcundan aldı. Uzun süre konuşmadan öylece durdular.

Hava karardı. Usta, dükkanı kapatmaya yardım etmesi için Tamirci’yi çağırdı. Tamirci dönmeye hazırlanırken birden durdu. Bakışlarını Seyyar’a çevirip sıkmaktan avcunu kanatmış yüzüğü göstererek:

“Sana kendisi mi verdi bunu?” diye sordu.

“Hayır. Odasında arkadaşlarıyla gülüşmelerini duyup kulak kabarttım. İçeri girip kendim zorla aldım.” diye yanıtladı Seyyar.

Tamirci arkasını döndü. Ustasının yanına gitmek yerine tahta kapıyı açtı. İçeriden bütün gücüyle iterek kapattı. Kapının gürültüsünden karşı parktaki kuşlar havalandı.

Seyyar, kumandanın ileri düğmesine bastı. Ustaya dükkanı kapatması için yardım etmek üzere, akülü tekerlekli sandalyesini tamirhanenin içine doğru sürdü.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

LOKOMOTİF

Aslında Monica süpermarketin en deneyimli ve becerikli elemanlarından biriydi. Ama o sabah üst üste iki kez uyarı almıştı. İlkinde suç üstü yakalanmıştı: Şef Mario aniden koridorun başında belirip, onu yumuşatıcıların kapaklarını birer birer açıp koklarken gördüğü zaman. İkinci kontrolünde ise yarısı hala kolilerde duran ürünleri fark edince…

BİNDALLI

Etraflarından oluk oluk insan akıyordu. Esma babasının omzunu, çocukluğunu, annesinin elini bırakmak istemiyor, Cevat derin derin nefes alarak kendine gelmeye çalışıyor, beresini aşağa çekerek kulaklarına indiriyordu. “Sen benim…” dedi sonunda… “Biricik kızımsın. Kılına zarar verirlerse bir dakika düşünme dön evine.”

FERAHFEZA

Ev arkadaşı kemençeci Yorgo ile Yedikule kapısından geçmektedirler bir Mayıs akşamüstüsü. Sazları ellerinde. Tatlı bir meltem yalıyordur yüzlerini. Sabah denize girmişlerdir surlardan. Saçları dalga dalga deniz kokmaktadır hala. Tenleri yanık. Beyaz gömlekler sırtlarında. Uçları sararıp kıvrılmış göğüs kılları yakalarından gençlik iştahıyla fışkırmış. Dünyayı fethetmeye hazırdır ikisi de.

İŞARET

Önünde iki feribot babası. Birinin boynuna deniz rengi halat sarılmış. Diğeri çıplak ve hür. Ona yakın duruyor kız. İki yeşil halat çımacıdan habersiz yılan gibi sarkmışlar geminin korkuluğundan aşağı. Uçları denizde, feribot ilerledikçe denizi çiziyorlar. Dokundukları yeri tatlı tatlı gıdıklıyorlar. Kızın üstünde krem rengi bir trençkot. Önünü kapayınca altındaki şort görülmez olmuş. Çıplak yani bacakları. Yakın durduğu iskele babası gibi: Yalnız ve hür.

Tgumusay Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir