İŞARET

İŞARET

Önünde iki feribot babası. Birinin boynuna deniz rengi halat sarılmış. Diğeri çıplak ve hür. Ona yakın duruyor kız. İki yeşil halat çımacıdan habersiz yılan gibi sarkmışlar geminin korkuluğundan aşağı. Uçları denizde, feribot ilerledikçe denizi çiziyorlar. Dokundukları yeri tatlı tatlı gıdıklıyorlar.

Kızın üstünde krem rengi bir trençkot. Önünü kapayınca altındaki şort görülmez olmuş. Çıplak yani bacakları. Yakın durduğu iskele babası gibi: Yalnız ve hür.

Arkasındaki leş kokulu erkekler tuvaletinin kapısında bekleşenler var. Biri savrulan sarı saçları fark ediyor. Onun çapaklı bakışlarının bir noktaya sabitlendiğini fark eden diğerleri de sırayla başlarını oraya çeviriyor. Hemen çıplak bacaklara iniyor gözler. Sigaralardan derin fırtlar çekiliyor. Gözler kısılarak, yılan gibi tıslanarak bakılıyor. Kızın arkası dönük; ne bakıştan, ne de bıyıktan haberi oluyor.

Feribotun demir gövdesine açılmış camsız panaromik çerçeveye paralel kızın yüzü. Gidiş yönünün tersine durmuş. Feribot ilerledikçe manzara akıp gidiyor. Kızın zihni de o akışla bir hareket ediyor. Kendi karasına uzaktan bakıyor, yeni kıyıları, bilmediği olasılıkları düşlüyor.

Kitap okuma niyetiyle otobüsünden inmemiş bir delikanlının bakışları da bir başka açıdan kilitlenmiş kıza. Parmağı kitabın kaldığı sayfasında, kızın Yunan heykellerini andıran şiirsel duruşunu okuyor artık delikanlı… Rüzgar estikçe masum yüzünü yalayan sarı saçlarını… Her an yaşla dolabilir ya da güller açtırabilir gibi bakan buğulu gözlerini… Ellerini kalp yapar, dua eder gibi göğsünde birleştirişini…

Aşık olmayı beklediği kızın o olabileceğini hissediyor. Ama utangaç biri, delikanlı; aşağı inip konuşamaz. İlahi bir işaret bekliyor.

Feribot yola çıktığından beri bir martı uçuyor açığında. Üst kattaki yolcuların fırlattığı simitler bitince arkadaşları dağılmış. Ama o vaz geçmiyor. Keskin bakışları denizi tararken, köpük beyazı gövdesi feribotla aynı hızda ilerliyor. Rüzgar süzülmesine izin vermediğinde kanat çırpıyor. Suyun yüzeyine çıkacak bir balık için pusuda bekliyor.

Tuvalette işini bitiren bıyıklı bir gölge, kemerini ilikleyerek kıza adım adım yaklaşıyor. Bir kaç metre kala şöyle bir duraklıyor. İki avcuyla rüzgarı kesip sigarasını yakıyor. Kızın burnuna kibrit kokusu geliyor. Adam yürümeye devam ediyor. Kızın yanından geçerken yavaşlıyor. İkinci feribot babasının başında duruyor. Ayağını demirin üstüne koyup uzaklara bakar gibi yapıyor. Rüzgar perçemini ve gömleğinin eteğini havalandırıyor. Kız adamın kıllı, yağlı göbeğini görüyor.

Otobüsteki delikanlı soluğunu tutmuş onları izliyor. Kitabın kaldığı sayfasını işaretleyen parmağı kayıyor. Gözlerini kızla adamdan ayırmadan kitabı önündeki koltuğun filesine sıkıştırıyor.

Suyun yüzeyinde irice bir balığın pulları parlıyor. Martı kanatlarının açısını değiştirerek alçalmaya başlıyor.

Bıyıklı adam gövdesini ani bir hareketle kıza doğru çeviriyor. Sigaranın dumanını dudağının kenarından denize doğru üflerken, cebinden çıkardığı paketi kıza doğru uzatıyor. Kız, yüzünü buruşturarak başını iki yana sallıyor. Ellerini göğsünde kavuşturuyor. Bir adım geri atarak mesafe koymaya çalışıyor.

Adam kıza doğru iki adım atıyor. Rüzgar, sarı dişlerinin arasından yükselen alkol ve nikotin kokusunu kızın yüzüne doğru savuruyor. Adam bir şeyler diyerek kıza doğru bir adım daha yaklaşıyor. Elinin tersiyle kızın yanağını okşamaya yeltenirken terliği yeşil halatların arasına sıkışıyor. Kız ürküp geri kaçıyor. Adam uzanıp kızın kolunu yakalıyor. Sigarasını öfkeli bir fiskeyle denize fırlatıyor.

Kız dehşetten irileşmiş gözlerle etrafına bakınarak yardım istemeye hazırlanıyor. Adam bunu fark edip, diğer eliyle kızın ağzını kapatıyor. Olan biteni soluksuz izlemekte olan delikanlı koltuğundan fırlayıp üç adımda otobüsten atlıyor. Koşarak bıyıklıyla kızın arasına giriyor. Adamı itmeye yelteniyor. Ama yerinden kıpırdatamıyor. Bu kadarı bile kızı adamın elinden kurtarmaya yetiyor. Adamın yüz hatları öfkeyle geriliyor. Delikanlının yüzüne balyoz gibi bir yumruk indiriyor. Delikanlı uçup kızın üstüne düşüyor. Birlikte yere yuvarlanıyor.

Martı pike yapıyor. Parlayan pullara doğru kurşun gibi dalıyor. Balık oldukça iri. Martı onu gagasıyla sıkıştırıp sudan bir kaç santim yukarı çıkarıyor. Balık can havliyle çırpınınca, martının gagasından kurtulup denize düşüyor. Ve feribota doğru kaçmaya başlıyor. Martı inatçı. Hemen toparlanıp balığın peşine düşüyor. Balık zıpkın gibi ilerlemeye devam ediyor. Martı yukarıdan onu takip ediyor.

Balık suyun yüzeyinde köpükler çıkaran yeşil halata yaklaşıyor. Ani bir manevrayla halatla feribotun çelik gövdesi arasına saklanıyor. Martı iyice alçalıp balığın peşinden suya dalıyor. O sırada halatın naylon lifleri martının tırnaklarına takılıyor. Balık, peşinde martı ve onun da peşinde halat dibe doğru birbirlerini kovalıyor.

Martının gagası tam balığa uzanacakken halat ayağından çekerek ona engel oluyor. Balık kaçıp kurtuluyor. Martı epeyce çırpındıktan sonra iki tırnağını halatın ucunda bırakarak suyun üstüne çıkıyor ve ıslak kanatlarını çırparak havalanıyor.

Martının çırpınışı esnasında feribotun demir korkuluğundan kurtulan halat aşağı doğru kaymaya başlıyor. Ucu denizin derinliklerine iniyor ve pervanenin çekimine kapılıyor.

Bir kaç saniye içinde halatın iskele babasını saran kısmı, makaradan kurtulan iplik gibi denize doğru çözülüyor. Ayağı halata takılı bıyıklı adamın iri gövdesi pervanenin gücüyle baş edemeyerek halatın peşisıra korkuluğun üstünden havalanıp denizi boyluyor.

Tam o denize düştüğü sırada halat korkunç bir ses çıkararak, kanatları arasına sıkıştığı pervaneyi kırıyor ve feribotun motorunu durduruyor.

Olan bitene tanık olan bir gemici hiç zaman kaybetmeden, bir elinde can simidi, diğerinde tırtıklı büyük bir bıçakla denize atlıyor.

Kız delikanlıya sıkı sıkı sarılmış, şoku atlatmaya çalışıyor. Delikanlının dudağından kan sızıyor. Ama o ara sıra yarasını omzuna silmek dışında hiç hareket etmiyor. Kız ürkmesin, hep kollarının arasında kalsın, o an hiç bitmesin istiyor.

Bir kaç dakika sonra gemici tarafından önce halattan sonra boğulmaktan kurtarılan bıyıklı adam nefes nefese feribota geri dönüyor.

Kız usulca başını kaldırıp delikanlıya bakıyor. Delikanlının gözbebekleri pul pul ışıldıyor. Gülümseyişi kızın varlığını yeşil halat gibi sımsıkı sarıyor. Kız artık yalnız ve hür olmadığını, iki kişilik bir adaya ayak bastığını anlıyor.

Şimdi iskele babalarının çevresi tıklım tıklım. Aracından inen, kaza yerini gözüyle görmek üzere kızla delikanlının bulunduğu tarafa geliyor.

Kız uzanıp delikanlının dudağındaki yarayı öpüyor. Delikanlının gözünden bir damla yaş kayıp, tam yarayla kızın dudağı arasına iniyor.

Tuvalete doğru aksayarak ilerleyen bıyıklı adamın peşisıra bir martı topallıyor. Kız delikanlıya onları işaret ediyor. Gülüşüyorlar. Rüzgar kızın altın rengi saçlarını delikanlının yüzüne savuruyor. Saçların dokunduğu yerler tatlı tatlı gıdıklanıyor.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

KUYTU

Erkek sırt çantasıyla indi vapurdan. Omuzları herkesten daha dik. Martı gibi gövdesini rüzgara bırakarak kalabalığın arasında süzüldü. Kız onu iskele kapısında, uslu bir köpeğin yanında bekliyordu. Onun da çantası sırtında. Günün son saatiydi. Işığın düştüğü yerler altın rengi. Kızın yüzü de öyleydi. Erkek onu görünce gülümsedi. Gülümsemesi tatlı bir dalga gibi kızın yüzüne çarpıp geri döndü.

COŞKUN’UN ASANSÖRÜ

“Şurda olaydın da bi’ Cüneyt Arkın gibi bakaydın ya kerata!” diye hayıflandı, Mustafa Hoca. Coşkun’un tek kaşıyla çenesini hafif yukarı kaldırışını, ağzını kapatıp dudaklarını büzdükten sonra gözlerini kısıp, uzaklara sert ve derin bakışını hatırladılar. Hepsinin yüzünde irili ufaklı tebessümler belirdi.

EVE DÖNMEK

Sokakta çocuk… Tek başına… Yürüyor… Yürüyor… Evleri tam karşıda… Ama ona bir türlü ulaşamıyor. Ablası dış kapıya yaslanmış. Yolu gözetliyor. Bayramlık pembe elbisesi sırtında. Çocuğun bulunduğu tarafa bakıyor. Elini siper etmiş alnına. Ama onu göremiyor. Hızlandırıyor adımlarını çocuk. Koşmak istiyor. Asfalt geriye kayıyor ayağının altından. Her küçük adımı onu ablasına, evine yaklaştıracağına…

CANKURTARAN

Yalnızlıktan nefret eder. İnsanlardan daha çok. Karanlığı sevmez. Güneşi hele hiç. Bulutların, pişmanlıkların, isyanların insanıdır. Yeryüzünden çok gökyüzünün. Suyun üstünden çok altının. Nadiren, şafak vakti dışarı çıkar. Omzunda kamış oltası. Elinde yoğurt kovası. Kovanın içinde ağlı kepçesi. Boynunda yunus düdüğüyle. Tedirgindir. Balıkçı gibi görünmektedir çünkü. Oysa balıkçılardan nefret eder.

Tgumusay Yazar:

Tek Yorum

  1. Onsel
    30 Mayıs 2017
    Yanıtla

    Kitabinizi aldim. Okumaktayim. Daha bir cok fotograf ve bunlarin hikayesini kitaba donusurmenizi dilerim. Buyuk bir zevkle okuyorum ve okuyacagim. Tesekkurler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir