YALÇIN ABİ

YALÇIN ABİ

Fırına, bakkala sek sek gitmeye bayılırdı. Bir bahaneyle sokakta olmaya… Annesine ev işlerinde yardım etme konusunda ne kadar isteksizse, babasının kırdığı odunları balkonlarına taşımaya o kadar hevesli…

Kiralık daireleri apartmanın en üst katındaydı. Kucakladığı odunlarla dik merdivenleri inip çıkarken, incecik kolları titremeye başlardı. Pes etmezdi ama. En üstten birkaç parça eksiltir; sokaklarının iyot ve is karışımı nemli, soğuk kokusunu körpe ciğerlerine çeke çeke babasının kaldırımda parçalara ayırdığı ağaç gövdesini ufak ufak yukarı taşırdı.

Bazı soğuk kış gecelerinde, keyfi de yerindeyse; ısınmalarını Zerrin’e borçlu olduğunu söyleyiverirdi babası… Herkes Zerrin’e bakardı birden. Biraz müteşekkir, biraz kıskanç… Sanki odunlar bir başka harlı yanardı o zaman. Zerrin, yanaklarının sıcaktan kızardığını söylerdi.

Başka da kimse güzel söz etmezdi ona. Sokağa gerili iplerini tek başına çamaşırla doldurduğunda mesela, annesi muhakkak bir kusur bulurdu. Ya üst üste asmış olurdu çamaşırları, ya çok aralıklı; ya donları ortaya getirip el aleme sergi açtı diye laf işitirdi, ya da en uçtaki fanilayı karşı apartmandaki işyerinin kirli camına değdirdiği için.

Ablasıyla istasyon duvarının kıyısında midye ayıklardı bazen. Sabırsızdı: Parmakları, avuç içleri hep kesik içinde…

Teyze çocukları halı yıkamaya çağırdığında içi içine sığmazdı. Eniştesinin kuru temizleme dükkanının önüne serdiği halının üstü kaşla göz arasında çocuk ve köpükle doluverirdi. Zerrin yaz boyunca arap sabunu kokardı. Arada hortumun ucunu teyze çocuklarına çevirir, kıkırdayarak savaş başlatırdı.

Dedikoduya bayılırdı. Hele uyuma numarası yapıp, büyük ablasıyla amca kızının erkekler hakkında konuştuklarını dinlemeye… Gözbebekleri göz kapaklarının altında fıldır fıldır oynaşırken soluğunu tutar, erkeklerin kızlara yapmak istediklerine merak, korku ve utanç verici bir hevesle kulak verirdi.

Dinlerken dinlerken uyuyakalır, neyi onlardan işitti, neyi rüyasında gördü, birbirine karıştırır; ertesi sabah kendi kendine o gece muhakkak uyanık kalıp herşeyin iç yüzünü öğreneceğine söz verir ama yine sohbetin en heyecanlı yerinde, mesela tam amca kızı erkek arkadaşıyla terk edilmiş bir evin avlusunda buluşmaya giderken, o uykuya dalmış olurdu.

Bakkalın oğlu Yalçın Abi’nin yakışıklılığının yanı sıra ne kadar akıllı ve efendi olduğunu o dedikodular esnasında öğrenmişti. Mahallenin bütün kızları peşinde olmasına rağmen hiç kimseyle ilgilenmediğini, işten zaman buldukça ders çalıştığını, üniversiteyi dışarıdan bitirmeyi kafasına koyduğunu… Bir de tıpkı Zerrin gibi yeşil gözlü, kumral kızlardan hoşlandığını…

***

Son zamanlarda bir huy edinmişti Zerrin. Yolun ortasına kadar yürüyor, tek ayağını bir adım yana açıp belini hafifçe büküyor, biri korna öttürünceye ya da ne yaptığını soruncaya kadar orada öylece dikiliyordu. Sorana saatine göre babasını, ablasını, tüpçüyü, halıcıyı, midyeciyi, patatesçiyi beklediğini söylüyordu. Ya da kardeşine baktığını…

Ama aslında Yalçın Abi’nin yolun sonundaki bakkal dükkanından çıkmasını bekliyor olurdu. Çıkmasını ve uzun parmaklarıyla sigara içmesini… Midye kabuğu gibi siyah ve mat gözlerini gökyüzüne dikerek bulutları, martıları seyretmesini… Dükkanın önüne atılmış dondurma çubuğunu ya da gazoz kapağını sert bir vuruşla çöpe yollamasını… Başını hafifçe eğip, tentenin altında volta atarak telefonla konuşmasını…

Yalçın Abi dışarı çıkınca kalbi küt küt atmaya başlardı Zerrin’in. Bazen dayanamaz geri kaçardı sokaklarına. Apartmanlarının merdivenine oturur, derin derin soluk alıp vererek cesaretini toplamaya çalışırdı. Annesi enseleyiverirdi öyle zamanlarda. Eve çıkıp temizliğe, bulaşığa yardım etmesini söylerdi. Babasına kumanya götürmesini…

Bazen de çamaşır suyu filan alınması gerekirdi. Bir an için, yüreği yerinden fırlayacak gibi olurdu Zerrin’in. Parayı terli avucunun içinde sıkarak bakkalın yolunu tutardı. Önce sek sek, yaklaştıkça adım adım, kapıdan girerken – boyunu uzun göstermek için – balerin gibi ayak parmak uçlarında…

Ekmek, deterjan ve ciklet kokardı bakkalın içi. Her mevsim loş ve serin. Yalçın Abi en dipte yazar kasanın arkasında kitap okuyor olurdu genellikle. O oturduğu için gözleri aynı hizada; tam istediği gibi. Parmak uçlarında sessizce yürüdüğünden Yalçın Abi hemen fark etmezdi onu. Zerrin de fırsat bu fırsat uzun uzun incelerdi: Elini ciddiyetle çenesinde tutuşunu… Düşünmekten kırış kırış olmuş geniş alnını… Eşit aralıklarla yüzünü kaplayan, şakaklarında ve dudaklarının altında bıçak gibi kesilen simsiyah, dimdik sakallarını… Yakasından fırlayan gür, kıvrıcık, göğüs kıllarını… Kısa saçının hiç bozulmayan perçemini… Dudağının kenarında, ciddiyetle gülümseme arasında asılı kalmış kırışıklarını…

Soluksuz izlerdi Yalçın Abi’yi. Amca kızının, ablasının anlattıklarını hatırlayarak izlerdi. Rüyasında yıkıntılar arasında olanlar düşerdi aklına, yanakları kızarmasın diye başka şeyler düşünmeye çalışarak izlerdi. Herşeyi unutarak, bakkalın serin loşluğunda belli belirsiz parlayan bir kremalı bisküvi paketi gibi cansız ve edilgen, öylece tatlı tatlı izlerdi. Raftaki tozlu barbunya konservesi kadar içine kapanık, sonsuza dek dikkat çekmeden orada öylece var olmayı dileyerek, bir yandan da fark edilmek için yanıp tutuşarak izlerdi.

Sonra bir şey olurdu. Biri girerdi içeri. Ya da gürültülü bir kamyon geçerdi caddeden. Yan apartmandan biri sepet indirip “bakkaaaal” diye bağırmaya başlardı. Telefon çalardı. Elektrik kesilirdi. Kısacası bir biçimde hissederdi Yalçın Abi, onun orada olduğunu. Ağır ağır, uykudan uyanır gibi kaldırdığı gözlerini Zerrin’inkilere dikerdi. Midye matı gözleri belli belirsiz canlanırdı. Dudağının kenarındaki tereddüt, gülümsemeye dönüşürdü. Umut vermeden sevgi vermeyi bilirdi Yalçın Abi. Heveslendirmeden gönül almayı.

***

“N’aber Zerrin?” diye sordu o gün. “Yeşilmiş ya kız, senin gözlerin.”

“Hı hı” diye kekeledi Zerrin. Sıka sıka ıslak hamur parçasına çevirdiği parayı tezgahın üzerine bıraktı, parmaklarındaki kirli midye kesikleri görünmesin diye çabucak.

Derin bir nefes çekti içine: “Bir çamaşır suyu alayım.” dedi zorlukla.

Yalçın Abi tezgahın gerisinden çıktı. Arap sabunu kokan Zerrin’in yanından arka tarafa doğru yürüdü, tıraş losyonu kokusu saçarak. Uzun boyu sayesinde hiç zorlanmadan en üstteki raftan çamaşır suyunu aldı. Tezgaha dönüp toz beziyle plastik şişeyi silmeye koyuldu. İşte o zaman, Yalçın Abi tam kulbu temizlerken, gerçek hayatla düşler arasında kaldığı zamanlardakine benzer bir bilinç dışılıkla fısıldadı, Zerrin o cümleyi:

“Saçlarım da kumraldır.”

Sonrası titreyen kollar… Gülmeye karar veren kırışıklar… Kızaran yanaklar…

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

MAVİ TRAKTÖR

Beyazdır evi. Sakız gibi kireçten. Ve çakır gözleri gibi açık mavidir penceresinin çerçeveleri. Herkesten önce uyanır. Al ibikli beyaz horozdan bile. Usulca sıyırır yorganı üstünden. Bakar ki, ayakları elleri tutuyor. Gözleri de görüyor her şeyciği birer birer… Avuçlarını açıp şükreder. Çocukların odası uyku kokuyordur. Ana karnı gibi nemli ve huzurlu. Tahta zemini gıcırdatmamaya çalışır ama asla beceremez bunu.

HAYALİ

Yolumun üstünde sarı bir ev vardı. Dış cephesinin yumurta sarısına boyanmış olması değildi onda dikkatimi çeken. Ne de olsa mahalle, alçakgönüllü yaşam tarzı ile tezat oluşturacak kırmızı, yeşil mavi, hatta mor, pembe renkli binalarla doluydu. Sarı evin farkı, çocuklar için esrarengiz bir çekim noktası olmasıydı. Ev sahipleri, çocukların bakışları pencere hizasına ulaşabilsin diye binanın dış cephesine demirden bir çıkıntı bile yaptırmışlardı.

GÜNEŞ TOPLAYAN KADINLAR

Körpecik gülümsedi kız. Deniz gibiydi o da; guruba karşı bir başka güzel. Dizlerine kadar suya girdiler. Bir avuç ışık aldı yaşlı kadın. Deniz’in güzel yüzüne doğru savurdu. Sonra iki elini tutarak güneş toplamayı öğretti ona. Güneşle gözlerini, bedenini, ruhunu yıkamayı… Birbirlerini güneşle sevdiler. Isıttılar.

PAZAR OLA

1922 yılının yazdan kalma bir Ekim günüydü. İnci Mecmuası muhabiri Kemal Bey yazısını teslim etmiş, kahkülünü uçuşturan esintiye karşı Babıali yokuşundan Sirkeci’ye doğru iniyordu. Sigarasından derin bir nefes çekerken, artık bekarlıktan yorulduğunu düşündü. Zaten vazifesi gereği oldukça düzensiz, koşuşturmalı, muamma ve tehditlerle dolu bir hayatı vardı.

Tgumusay Yazar:

Tek Yorum

  1. 20 Aralık 2016
    Yanıtla

    Selam
    benim İranlı
    Ben senin hikayeni takip ediurum
    Ve bazen arkadaşlarım geri kalanı için tercüme ediurum
    altin demir gibi
    acba olur bene öyküler ben çeviriam?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir