TEKLİF

TEKLİF

Boğaz hattında karşılaşıyorlar ilk.

O sıralar kız zayıflamak, erkek bir derneğe yardım toplamak üzere katılacağı yarışa hazırlanmak için koşuyor.

Boğaz koşucuları birbirlerini tanımasalar da selamlaşırlar. Bir tür dayanışma ve yüreklendirmedir bu. Kız’la Erkek de selamlaşıyorlar ilk karşılaşmalarında. Kız bunun Kuruçeşme Parkı’nın girişinde gerçekleştiğinden emin. Erkek ise Bebek Parkı’nda olduğunu iddia eder hala.

Sonra Çırağan’da, Ortaköy’de, Aşiyan’da, Rumelihisarı’nda devam ediyor bu rastlaşmalar. Zıt yönlerde koşuyor, bir noktada karşılaşıyorlar. Selamlaşmalarına gülümsemeler eklenmeye başlıyor. Her defasında biraz daha genişleyen gülümsemeler…

Daha sık karşılaşmak için daha sık koşmaya başlıyorlar. Her sabah karşılaşmak için her sabah koşmaya… Yağmur yağarken, kışın karanlıkta, karın altında, buzun üstünde ara vermeden koşuyorlar.

Bedenleri kemik gibi oluyor zamanla. Nabızları düşmüyor bir tek. Birbirlerini görmeden önce ayrı kalp çarpıntısı. Gördükten sonra ayrı.

Ve poyrazın iliklere işlediği karanlık bir kış sabahı, yollar, parklar ve Boğaz bomboşken; martılar, köpekler, servisler ve balıkçılar henüz yeryüzü sahnesine çıkmamışken, Akıntıburnu’nda deniz fenerinin dibinde karşılaşıyorlar.

Zamanının geldiğini anlıyor ikisi de. İlk kez o sabah uzaktan ellerini kaldırıp selamlaşmıyorlar. Gülümsemiyorlar da. Hız kesmeksizin, büyülenmiş gibi birbirlerine doğru koşmaya devam ediyorlar. Finish çizgisini göğüsler gibi… Kendi rekorlarını kırar gibi… Ruhları gövdelerinden birkaç adım önde, kucaklaşıyorlar.

Erkek sımsıkı tutuyor kızın belini. Dönüyor, dönüyorlar. Deniz feneri gibi çakıyor gözleri. Boğaz’dan bir dalga yükseliyor. Kordonu aşıp coşkularına ortak oluyor. Terleri köpüklere karışıyor.

Bu ilk kavuşmalarında konuşmuyorlar hiç. Deniz fenerinin dibindeki banka oturup, el ele günün ağarmasını seyrediyorlar.

Ertesi gün yine aynı banktalar… El ele değiller bu kez. Sözcükler girmiş aralarına.

Kız: “Koşarken kendime ait herşeyi geride bırakmayı seviyorum.” diyor. “Ve bana ait olmayanı kucaklamayı.”

Erkek: “Seninle sonsuza dek kucaklaşalım.” diye karşılık veriyor. “Ama hiçbir zaman birbirimize ait olmayalım.”

Sözlerini tamamlarken kızın serçe parmağını yakalıyor.

Kız: “Ne kadar güçlü olduğumu koşmaya başladıktan sonra fark ettim.” diyor. “Ve aslında bunun ne kadar önemsiz olduğunu…”

Erkek: “Güçlü olmaya çalışmayalım.” diyor. “Devam edelim yeter. Ve hiçbir zaman önemsemeyelim kendimizi.”

Şimdi kızın ikici parmağı da erkeğin elinde.

Kız: “Koşarken, koştuğumu unutmayı seviyorum.” diyor.

Erkek: “Öperken sevdiğini unutmak gibi…” derken Kız’ın saçlarına bir buse konduruyor.

Çığlık çığlığa bir martı geçiyor başlarının üstünden. Ürperiyor Kız.

“Koşmasaydım sana rastlayamazdım.” diyor.

Erkek: “Sana rastlamasaydım, aşk peşinde koşmazdım.” diye tamamlıyor.

Eğilip gözlerinden öpüyor Kız’ı.

Kız’ın gözleri doluyor. “Seni gördükten sonra koşmak için yaşamaya başladım ben.” diye fısıldıyor Erkek’in kulağına.

Erkek: “Seni koşarken gördükten sonra yaşamaya başladım ben de.” diye yanıt veriyor.

Kız dudaklarını Erkek’inkine bastırıyor.

Gözleri kapanıyor ikisinin de. Yüzlerine yağmur taneleri düşüyor. Bir balıkçı teknesi geçiyor pata pata. Boğaz’ı kaplayan sis tabakasının içinde esrarengiz biçimde kayboluyor. Kül rengi bir dinginlik esir almış kenti. Uzaktan geçen bir yük gemisinin burnu hayal meyal görünüyor. Bir karabatak şamandıranın üstünde kanatlarını açmış, geriniyor.

Erkek Boğaz havasını derinlerine çekiyor. Kız’ın elini avcuna alıyor. Kelebek tutar gibi, ürkütmekten çekinerek tutuyor.

“Bugüne dek…” diyor, “Hep ayrı yönlerde koştuk seninle.”

Kız kirpiklerini kırpıştırıp onaylıyor.

“Seni her gün, kısacık bir an için de olsa karşımda görmek eşsizdi…” diye devam ediyor. “Ama ben…”

Derin bir nefes alarak sesini toklaştırıyor.

“Artık seni karşımda değil yanımda hissetmek istiyorum.”

Kız’ın gözleri kocaman açılıyor.

“Yani…” diye soruyor. “Bana bundan böyle birlikte koşmayı mı teklif ediyorsun?”

Erkek, köpük köpük gülümsüyor.

Kız daha fazla yerinde duramıyor. Banka doğru eğilip, koşu öncesi esneme hareketlerine başlıyor.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

DÖRT ARKADAŞ

Tam kırk yıl önce, Üniversite duvarının dibindeki ağacın gölgesinde buluşmak üzere sözleşmişlerdi. İlk imam olan geldi. Sabah namazını kılar kılmaz Fatih’teki camisinden yola çıkmış, otobüs camından dışarı bakarken yıllar önce bir ağacın altında vedalaştığı çocukluğunu hatırlamaya çalışmış, tespihini hızlı hızlı çekip…

EGE RÜYASI

İşte O, bir tek bu saatlerde gerçekten nefes aldığını hissediyor, baba yadigarı “Rüya” adlı sandalının küreklerine asılarak karadan uzaklaşıyordu. Özellikle bir hedef belirlemiyor ama ilginç bir şekilde her gece kendini aynı sularda buluyordu. Duracağı yeri ve zamanı gözlerinin yıldızlar gibi seğirmesinden, sandalının yakamoza karışmasından ya da başının üstünde aniden beliriveren kar beyazı bir martıdan anlıyordu.

DİŞİ KUŞ

Hacer’i Süleymaniye sokaklarında uzun mantosu, başında örtüsü, elinde ekmek poşetiyle görseydiniz alelade biri sanırdınız. Dolgun pembe yanakları, zeytin siyahı gözleri, dışa basan küçük adımları onu Anadolu’nun pek çok mahallesinde yaşayan yüz binlerce kadından ayırt etmeye yetmezdi. Hacer de topluca gövdesini bir sağa bir sola yatırarak ağır ağır bakkala, pazara giderdi. Yolda eşe dosta rastladığında, laflayarak nefeslenmeyi severdi.

ŞIKIRDIM

Esad ve Esma yalının açık penceresindeki beyaz tülle esmer perde gibi kah ayakları yerden kesilip havalanarak, kah birbirlerine sımsıkı tutunarak; kah döşeğin derinliklerine savrularak, kah Dersaadet’i cibinlik gibi etraflarına dolayarak, yalının sultan odasında öyle bir gece geçirdiler ki, şafak sökerken her ikisi de ömürlerinin sonuna kadar birbirlerinin müptelası olacaklarını kavradılar.

Tgumusay Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir