MADAM KROPKA

MADAM KROPKA

Kocası öldüğünden beri tepeden tırnağa siyah giyinir. Siyah bisiklete biner. Siyah kahve satar. Genellikle siyah konuşur.

Siyah tenteli bir kafesi vardır. Onun önünde dikilir. Eteğinin altına kocasının siyah çoraplarını giyer. Elleri hep ceplerindedir. Cebindekiler her gün değişir.

Telaşlı, somurtkan, düşünceli birilerini görmesin, dişi örümcek gibi ağını atar. Kaldırımdan çekip, kafesine sokar.

“Beyefendi bakar mısınız?” diye laf atar mesela perçemini, kravatını ve paçalarını uçuşturarak koşar adım ilerleyen, genç iş adamına. Kurbanı, elinde bilgisayar çantası, önemli bir randevuya yetişme telaşındadır. Sesin geldiği yöne başını çevirdiği an:

“Benim kocam da sizin gibi genç ve yakışıklıydı.” der Madam Kropka. “Durun şöyle bir bakayım.” Adam yavaşlar. “Aynı asil burun. Aynı derin bakışlar.” Adam durur. “Sizin gibi iki dirhem bir çekirdek giyinir, parfümüyle kadınların başını döndürürdü. Başarılı bir iş adamı, harika bir eş, iyi bir baba, başkasının mutsuzluğunu dert edinen ince ruhlu bir dosttu.”

Adam bakışlarını önüne düşürerek üzüntüsünü belli ederken Madam Kropka devam eder:

“İşyerinde canını en çok sıkan kişi, yardımcısıydı. Onun yerine terfi etti, kocamı toprağa verdiğimiz gün. Bizim çocuklar hala yan gelip yatıyor. Onun damarlarını tıkama pahasına dişiyle tırnağıyla kazandığı parayı yiyor. Dostları her gece içki sofralarında kadeh tokuşturuyor. Sorsan mutsuzdurlar hala; sülük gibi kanını emecek birilerini ararlar. Boğaz yine pırıl pırıl. Kumrular cilveleşiyor. Bulutlar her zamankinden hayalperest. Bir ben siyah giyiniyorum. Bir de o toprağın altında.”

“Üzgünüm bayan…” der, iş adamı. “Kropka.” diye tamamlar kadın. “İsmim Kropka, tabelada yazıldığı gibi.” Başıyla arkasındaki tenteyi işaret eder.

“Dükkanımda ömrünü uzatmak isteyenler için kahve, koltuk ve caz var.” Başını adamın kulağına yaklaştırır. Sır verir gibi fısıldayarak konuşur: “Ama ben aslında zaman satıyorum. Herkesin, en çok da en yakınlarınızdakilerin sürekli sizden tırtıklamaya çalıştığı şeyi…”

Cebinden bir çiçek çıkarır. Adamın ceket cebine iliştirir. “Bunu takın. Bugünün keyfini çıkarın. Ve ona her bakışınızda onun gibi kırılgan ve ölümlü olduğunuzu hatırlayın.”

İş adamı kafeye girerken, Madam Kropka telefonda kavga ederek yaklaşmakta olan genç kadını gözüne kestirmiştir bile.

Genç kadın karşısındakinin yüzüne kapattığı telefonu bir hışım çantasına atarken, “Biliyorum şu an nasihat dinleyecek durumda değilsiniz.” der, sakince Madam Kropka.

Genç kadın başını kaldırıp sesin geldiği yöne bakar. “Ama yine de sizin iyiliğiniz için söylemek zorundayım.” Genç kadın, Madam Kropka’nın kendisi ile sohbete hazırlandığını fark edince, yüzünü buruşturarak adımlarını hızlandırır.

Tam hizasından geçerken, Madam Kropka konuşmayı sürdürür:

“Biriyle kavga ettiğimizde… Aslında kendimizle kavga ederiz. Unuttuğumuz ya da yüzleşmek istemediğimiz bir yönümüzle. İçimizde olmayan hiçbir şey, bizi kızdıramaz.”

“Şu an sizinle tartışacak durumda değilim, hanımefendi.” der, genç kadın omuz silkerek. “Ayrıca bu sözlerinizi hakaret olarak alıyorum.”

“İçimizdekinden başka bir gerçek yoktur.” diye devam eder Madam Kropka, kadının arkasından sesini yükselterek. “Dışımızdakilere dair hissettiklerimiz içimizdekilerin yansımasıdır. Ama biz içimize kulaklarımızı tıkayıp, dışımızda duymak istemediklerimizi söyleyenlere ateş püskürürüz.”

Genç kadın aniden durup, ince topuklarının üstünde döner:

“Keser misiniz sesinizi?”

“Tıpkı şu an yaptığınız gibi.” diye karşılık verir Madam Kropka, hınzırca gülümseyerek.

Sözlerini bitirdiği an genç kadının telefonu çalmaya başlar. Genç kadın öfkeyle çantasını karıştırıp telefonu bulur. Arayan numarayı görünce burnundan solur.

“Hemen açmayın.” der Madam Kropka. “Yoksa yine kavga edersiniz. Dükkanıma buyurun. Bir fincan kahve eşliğinde söylediklerimi düşünün. Sizi sinirlendirenin, içinizdeki karşılığını arayın. Nefret ettiğiniz kişi belki de şu an size en büyük iyiliği yapıyor, içinizdeki bir düğümü çözmeniz için fırsat sunuyordur.”

Genç kadın telefonunun meşgul düğmesine basar. Tereddüdü gözlerinden okunmaktadır.

Madam Kropka cebinden ufak bir ayna çıkarır. Kadına uzatır:

“Bu size yardımcı olacaktır.” der. “İçeride kahvenizi yudumlarken buna bakın.”

Kadın aynayı alır. Gülümsemeye çalışır. Kendisini de şaşırtan bir kararla “Kropka” yazılı tentenin altındaki kapıya doğru yürür.

Madam Kropka tutmakta olduğu nefesini bırakıp şöyle bir rahatlar. Sırayla ayakkabılarını park demirinin tepesine koyarak, siyah çoraplarını yukarı çeker.

Usulca arkasını döner. Genç kadın sırtı camekana dönük oturmuştur. Genç iş adamı cam kenarı masada, caddeyi seyrederek kahvesini yudumlamaktadır.

Madam Kropka el sallayarak iş adamının dikkatini çekmeyi başarır. Parmağıyla yakasını işaret eder. Adam ceketinin yakasındaki çiçeği göstererek, işaret diliyle onu mu kastettiğini sorar. Madam Kropka “evet” anlamında başını sallar. Çiçeği cebinden çıkarmasını ve sırtı dönük genç kadına hediye etmesini işaret eder.

Adam camın arkasından, çekingen ve çekici gülümser.

Madam Kropka’nın ısrarı karşısında dayanamaz, ayağa kalkıp kravatını düzeltir. Ufak el aynasında yüzünü incelemekte olan kadının yanına gider.

Cebinden çıkardığı çiçeği uzatır. Kadın bakışlarını aynadan çiçeğe çevirir. Sonra da çiçeği tutan eli takip ederek genç iş adamının yüzüne.

Karşılıklı gülümserler. Genç kadın, adama masadaki boş sandalyeyi gösterir.

Madam Kropka garsona, genç iş adamının kahvesini yeni masasına götürmesini işaret eder. Ve tekrar yüzünü caddeye çevirerek, her geçen gün sayıları çoğalan somurtkan, düşünceli insanlardan bir yenisini gözüne kestirmeye hazırlanır.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

EGE MASALI

Atı bunun ölüm kalım koşusu olduğunu, dünyaya bu koşu için geldiğini idrak etmişti. Sahibi daha karnına vurmadan, kırbacı kıçında şaklatmadan çukurların, tümseklerin üzerinden havalanıyor, çılgın bir güdünün etkisinde çalı ve dallarla birlikte kendi sınırlarını da parçalayıp atıyordu. Dışarıdan izleyen biri için…

KARAVANA

Masadakiler, yemekhanede nadir çıkan kuru köftenin tadına doyasıya varabilmek için tek kelime konuşmuyor, iştahla lokmalarını çiğniyorlardı. Sarışın çocuk burnunu çekti. Sonra bir kez daha. Ali göz ucuyla onu izliyordu. Çocuğun omuzları şöyle bir kalkıp indi. Sonra bir kez daha… Hıçkırmaya başladı. Ali metal su bardağını doldururken bir damla gözyaşının yanık köftelerden birinin üstüne düştüğünü gördü.

BOĞAZİÇİ NİN BÜLBÜLÜ

Boğaziçi, bir zamanlar özü su, ışık, bülbül sesi ve sazdan oluşan kendine has, tılsımlı bir alemdi. Bu alemin halkı yalı adı verilen dantel gibi işlenmiş ahşaptan, çok odalı konutlarda yaşardı. Boğaziçi’nin kıyısında yan yana boy vermiş yalılar; ön cephelerini usul usul okşayan tuzlu suyun gündüz güneş, gece ay vasıtasıyla gönderdiği aşk elçisi ışık yansımalarının camlarından içeri süzülerek…

ÇOK BULUT

Hava ısındıkça bulutlar alçalıyordu. Nallar yumuşayan asfalta her adımda biraz daha gömülüyor; tahta arabaya tepelemesine yüklenmiş ot yığını, nemlendikça beton gibi ağırlaşıyordu. Sahipleri gibi sıska ama güçlü atlar bütün bunlara aldırış etmeden, köylerine doğru dört nala ilerliyorlardı. İki arabaydılar. Taze biçilmiş otları, Fidel’in durumu her geçen gün kötüleşen annesine götürüyorlardı.

Tgumusay Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir