AYNALI CADDE

AYNALI CADDE

Geceleri yağmur yağınca Bankalar Caddesi dev bir aynaya dönüşür. Sigara izmaritleri, plastik kapaklar, gazete parçaları, tadilat tozları, sıkılmış portakal kabukları, kablo artıkları ve daha türlü çer çöp caddeye tutunamaz olur. Kaldırımın dibinden yokuş aşağı akan kahverengi suyla bir sürüklenir, Yüksekkaldırım’dan daha kuvvetli bir debi ile koli, naylon torba, sigara paketi, pleksiglas parçacıkları ve etnik aksesuarlar taşıyarak inen çamurlu suyla birleşir, bu kez denize kavuşabilecekmiş gibi Karaköy Meydanı’na doğru güldür güldür hücum eder. Ve tıpkı daha önceki denemelerde olduğu gibi, düzleşen caddede coşkusunu kaybeder, hızla geçen otomobil lastiklerinin altında, tramvay yolundaki paket taşlarının derzlerinde ve tuzak gibi oraya buraya kurulmuş mazgalların parmaklıklarında yok olur, gider.

Banka ve sigorta şirketlerinin memurları caddeye parmak uçlarıyla basıp servislere sığınırlar hemen. Elektrikçi esnaf ve han çalışanları mesaiyi fazla uzatmaz, kara şemsiyelerini açıp iskeleye doğru yollanırlar yağmur oluklarının kıyısından. Yeni kimse gelmez. Kediler, martılar, güvercinler bile terk etmiştir caddeyi. Karınca cesetleri çamurlu suyun içinde taklalar atarak sürüklenmektedir.

Yanıkkapı Sokak’ın başına bir kamyon yanaşır. Hava nasıl olursa olsun bekler orada. Civarın kağıt toplayıcıları hasılatlarını yüklemek üzere çuval gövdeli arabalarının tekerleklerini sürerler kamyona doğru; Şişhane, Eski Banka Sokak ve Karaköy yönünden. Şişhane’den gelenler yokuş aşağı saldıkları arabalarına taşıtırlar kendilerini. Gündüz de gece de gölge gibidirler. Hangisi ihtiyar hangisi delikanlı anlaşılmaz. Hele yağmurlu gecelerde hiç anlaşılmaz. Sesleri kart ve küfürlüdür hepsinin. Bulurlarsa sigara içerler. Bağıra çağıra, topladıklarını döke saça, kamyon kasasının kapağını hoyratça vura vura görürler işlerini. Cadde en çok onlardan, bir de geceleri şantiye girişine bağlanıp umutsuzca havlayan köpekten çeker en çok.

Kamyon işini bitirip homurdanarak Perşembe Pazarı’nın ara sokaklarında gözden kaybolunca, köpek de bitkin düşerek inlemeye ve nihayet uyumaya başlayınca, işte o zaman dingin bir aynaya dönüşür cadde. Pırıl pırıl, her köşesiyle yansıtmaya, her soruya yanıt vermeye hazır dev bir aynaya.

Bu toprakların insanları korkar aynalardan. Hele böyle köşe bucağı kaplayıp kaçacak delik bırakmayanından iyice korkar, uzak dururlar. Caddenin olağanüstü bir hali yoktur oysa. Gördüğünü yansıtabilir ancak. Herkesten, herşeyden; en yakın dosttan, sevgiliden, ana, babadan bile daha dürüsttür yani. Kollamaz ama dürüsttür. Anlamanı sağlar bu dürüstlük. Öğrenmeni sağlar. Daha iyi görünmek istiyorsan ne yapabileceğinle ilgili düşünmeni sağlar. Zaten iyiysen ve kendine haksızlık ediyorsan, bunu fark etmeni sağlar.

Korkarlar ama ondan. Gündüzün mağrurları, mağdurları, mangalda kül bırakmayanları, meraklıları, ürkekleri, çılgınları, gözüpekleri, gizemlileri yanından bile geçmezler cadde ışıl ışıl parlayınca.

İşte öyle gecelerde Yazar ortaya çıkar. Su göletlerine, ıslak bina gövdelerine, demir han kapılarına, parke taşlı kaldırımlara, tarihi bankaların dev camlarına, basamaklarını ıslak kirpikler gibi kırpıştıran Kamondo merdivenlerine bakar dikkatle. Baktıkça görür. Gördükçe fark eder. Fark ettikçe öğrenir. Öğrendikçe ürperir. Ürperdikçe hayran olur. Hayran oldukça hüzünlenir. Hüzünlendikçe anımsar. Anımsadıkça utanır. Utandıkça pişman olur. Pişman oldukça netleşir. Netleşikçe düzelir. Düzeldikçe iyileşir. İyileştikçe güçlenir. Güçlendikçe gülümser. Gülümsedikçe rahatlar. Rahatladıkça affeder. Affettikçe kendiyle, onu var edenlerle tanışır, barışır.

Tüccar, esnaf, fahişe, kadı, şair, çalgıcı, imam, rahibe, semazen, voyvoda, bankacı, mimar, asker, ressam, katil, çocuk, sakat, ihtiyar hallerini görür sırayla. Cimri, hayırsever, saf, kabadayı, azınlık, hoyrat, yatalak, cilveli, nemrut, isyankar, özenti hallerini. Ürkek ve cesur halerinin iki ayrı su göletinden yan yana kendisine baktığını görür mesela. Onları ayıran taşı kaldırdığında nasıl iç içe geçtiklerini. Bunun benzer ya da zıtmış gibi görünen bütün halleri için geçerli olduğunu.

Aslında bir büyük aynaya dönüşen caddenin küçük küçük aynacıklardan oluştuğunu bilir Yazar. Her küçük aynaya ayrı bir halin yansıdığını, insanların bütüne bakmak yerine bu küçük aynalarla yetindiğini ve bu yüzden hayatı farklı, kopuk ve eksik algıladıklarını…

Ama o Yazar’dır işte. Birliğin kusursuz dinginliğinin de farkındadır, hikayenin kusurlu parçalarda gizlendiğinin de. Su göletlerine, ıslak asfalta, büyük han camlarına dikkatlice bakar. O gece hangi halini daha net görüyorsa, o olacaktır. Levanten Osmanlı Bankası memuru, çuvalındaki dinamitlerle bankayı havaya uçurmayı planlayan Ermeni milliyetçisi, Alevi han çaycısı, Siirt’li avizeci, Rum laternacı ve Fransız şair yansır gözbebeklerine. Bazısı biraz bulanık, bazısı hafif dalgalı, bazısı kırık dökük.

O gece hiçbiri olamayacağını anlar, Yazar. Issız cadde boyunca bir o yana, bir bu yana yürür durur.

Caddenin başında bir karaltı belirir, kim bilir ne zaman sonra. Gölge ya da karanlıkta kalmış bir nesne değil, ağır ağır hareket eden bir gövdedir bu. Yazar ona doğru sıklaştırır adımlarını. Yaklaştıkça belirginleşir karaltının kimliği. Arabası başındaki bir Tatlıcı’dır bu. Kurumasınlar diye kaşığıyla tepsideki şerbeti tatlıların üzerinde gezdirmektedir.

Adamın yanında durur, Yazar. Ellili yaşlarda, görmüş geçirmiş biridir. Genellikle Alageyik Sokak’ın başında bekleyip, geneleve çıkan vatandaşa satış yaptığını, müşterilerinin; yokuşu çıkmadan önce gücünü kuvvetini toplama derdindeki öğrenci, işçi ve taşradan kısa süreliğine gelmiş erkeklerden oluştuğunu anlatır, Tatlıcı. Genelev kapandıktan sonra da arabasını buraya, Yüksekkaldırım’ın kıyısına park edip, eğlenceden dönenleri beklemektedir.

Yazar, Tatlıcı’ya bir gecede ne kadar kazandığını sorar. Cüzdanını çıkarır, telaffuz ettiği rakamın tamamını adamın eline sayar. Yağmurluğu kendisine bırakıp, evine gidip dinlenmesini, sabaha karşı gelip arabasını almasını söyler.

Tatlıcı bir paraya, bir Yazar’ın yağmurdan sırılsıklam olmuş suratına bakar. Üç kağıtçı birine benzemiyordur. Sıcacık evi tüter burnunda. Uykusuzdur da bir gece önceden. Parayı sayıp cebine koyar. Anahtarını çıkarır. Arabayı kaldırım demirlerinden birine zincirleyip asma kilidini takar. Yağmurluğunu Yazar’a teslim eder. Sabah ezanından yarım saat sonra buluşmak üzere, hızlı adımlarla iskeleye doğru yollanır, tramvayın gerisinde gözden kaybolur.

Yazar, yağmurluğu giyip arabanın başına geçer. Ayağının dibindeki su birikintisinde tatlıcı haliyle göz göze gelir. Kaşığı eline alır. Bir gözü Yüksekkaldırım’da, tepsideki şerbeti tatlının üzerinde gezdirerek hikayesini beklemeye başlar.

Öyküyü Paylaşın:

Bu Kareli Öyküleri okudunuz mu?

BARIŞ

İki katlı, cumbalı, balkonlu, yüksek tavanlı; büyük camları, dev kapıları olan bir konakta yaşıyorlardı. Cıvıl cıvıl çocuk seslerinin, piyano, keman ezgilerinin, misafir kahkahalarının hiç dinmediği büyülü bir evde. Sabahları gün ışığı konağın camlarından içeri girebilmek için nasıl da iştahlanır, perde kenarlarından altın rengi şelaleler gibi odalara akar…

DENİZ KIZI

“İsmail kardeş, Deniz Kızı’nı görmeye gidelim mi?” İsmail, Nuri’nin vurduğu topu ayak içiyle karşılarken, kıkırdadı. Sahile panayır kurulduğundan beri, Nuri bu saatlerde bakkalın önündeki kaldırıma oturup İsmail’in okuldan dönmesini bekliyor; o sokağın başında belirir belirmez topu asfalta dikip şutunu çektikten sonra bağırarak aynı soruyu soruyordu.

KUYTU

Erkek sırt çantasıyla indi vapurdan. Omuzları herkesten daha dik. Martı gibi gövdesini rüzgara bırakarak kalabalığın arasında süzüldü. Kız onu iskele kapısında, uslu bir köpeğin yanında bekliyordu. Onun da çantası sırtında. Günün son saatiydi. Işığın düştüğü yerler altın rengi. Kızın yüzü de öyleydi. Erkek onu görünce gülümsedi. Gülümsemesi tatlı bir dalga gibi kızın yüzüne çarpıp geri döndü.

SAKALLI

Merkez Havana’nın her türlü olasılığa açık ara sokaklarında büyülenmiş gibi dolaşıyordum. İspanyol sömürge devrinden kalma yıpranmış rengarenk binaların dantel gibi işlenmiş rölyeflerini incelerken, balkonun birinden gülümseyen kahverengi tenli bir kadınla göz göze geliyor; onun sallandırdığı sepete buz gibi Küba birası ve papaya koyan altın dişli zencinin yanından geçerken, sarmaş dolaş bir çift taşıyan tenteli bir bisiklet tarafından ezilme tehlikesi geçiriyor…

Tgumusay Yazar:

Tek Yorum

  1. 5 Mayıs 2016
    Yanıtla

    Sevgili Tolga seni yürekten kutluyorum. Çocukluğundaki derin bakışlar ve güler yüz şimdi öykülerde ruhunun güzelliğini haykırıyor. Başarılarının devamını diliyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir